Arayı açmadım bak, geldim.
Kiraz saplı çay içiyorum. Bazen hiçbir şey yolunda olmasa bile çay içmek her şey yolundaymış gibi hissettirir. Bir de bitki çayıysa diyete başlama motivasyonunu tetikler. Maria'nın son podcastini dinliyorum. Sıcak bir duştan çıktım, hava duştan daha sıcakmış. Soğuk duş alamam nefesim kesiliyor gibi oluyor.
Kedi sahipleneceksen bütün sokaktaki kedileri de sahiplendiğinin farkında olmak lazımmış. Bizim ufak ufak besleme işi büyüdü aşağıda baktığımız ikisini bugün kısırlaştırdık. Sorma hiç nasıl geçtiğini. Türkiye, biliyorsun; iyilik yapmak cezasız kalmaz, burnundan gelir. Sonuç olarak iyiler şu an, iki tane kardeş; biri kız biri erkek. Birbirlerine sokulup yatıyorlardı en son. Öyle içim acıyor ki blog. Bizimle aynı hissettikleri, sevgi duyup üzüldükleri öyle belli ki. Bazen sokakta daha fazlasını görmemek için odaklanmıyorum. O dramayı bünyem sünger gibi çekiyor. Üç dört gün misafir olacaklar sonra bahçede yer yapacağız. Keşke müstakil bir evim olsaydı kafasını fena halde yaşıyorum. Bir sürü kedi doldururdum. Rahat rahat mama verip yuva yapardım. Fena zaman, emek ve para istiyor gerçi; onlar da lazım. Birileri yapmalı ama işte, dünya diğer türlü dönmüyor.
Ev yok. Olan evler pahalı. Kalan evler çirkin. Okulun açılmasına 22 gün var, bizim ev bulmamız gereken süre ise 15. Zaman çok hızlı akıyor. Ben açılacağını bile sindiremedim. İçimden bir ses tekrar kapanacak da diyor. Türkiye, biliyorsun. Hangisi mi tercih ederim? Bilmiyorum. İki türlü de hoşuma gidecek-gitmeyecek şeyler var. Mental olarak başlamaya net hazır olduğumu da söyleyemiyorum bak ama. Uzun zamandır evde olmanın konforu tekrar bölünecek. Günün sonunda kendi odamda olamadığım her yerde misafir gibi hissediyorum. O sakin kafa, koku ve eşyalar lazım bana. Çok inatçıyım dimi? Ahmet Erhan'ın ''Radikal bir çiceğim yalnız kendi saksısında açan.'' Dizesini bu yüzden kullanıyorum. Öyle. Fakat öyle olmakla problemim yok. Ergenlikte daha çok sorun ederdim. Neden böyleyim? Neden böyle olmak zorunda? Neden? Bir sürü neden. Şimdi kırıntıları var. 10 ise 5'e düştü, 3'ü zorlamaz.
İnsan değişmez ve tarih tekerrür eder laflarına temkinliyim artık. Paris İşçi Üniversitesindeki Felsefe derslerinden notlarla derlenmiş bir kitap anlatıyor. Materyalizm söz konusu olan tabi. Her şey devam ediyor, aynı nehirde iki kez yıkanmaz, tez-antitez-sentez, madde şeyden önce gelir, şeylerin bizim görüşümüzden hariç varlıkları vardır...Diyalektik materyalizm hani Marx'ın olan modern hali. Marx tüm bu hikayeyi insanlık tarihine uyguladı ve her şeyin bir sınıf savaşımı halinde olduğunu fark etti. Bu yüzden Kapital çökecek diyor, çünkü sürekli kendi düşmanlarını kendi yaratıyor yani işçi sınıfını. Er ya da geç sentez olmak zorunda. Sonrasında proletarya diktatörlüğü...diye gidiyor. Her şey bir başkalaşım ve ilerleme halinde. Ölümün içinde yaşam, yaşamın içinde ölüm. Tavukla yumurta ilişkisi. Her şey bir zıttı ile var olur mottosu. Yani çatışım ve tezatlıklar kötü değildir. Bak insandan da öyle demek ki. Ben bunu diyalektikle ifade etmeden aynı terimsel ifadeleri kullanmıştım. Yani sonuç? Diyeceksin. Şöyle ki kendi tarihimizde ilerliyor, kişisel olan. Bizim kendimizle olan ilişkimiz. Hep bir çatışma işte, yaşamayan yoktur. Bundaki devinimler dışarıya ''değiştin'' olarak yansıyor. Yalnız günün sonunda aynı kişi hissedip öyle yorumlamamızın sebebi aynı zamanda bir çember döngü de mevcut. İdealizm gibi kendini yenileyen bir çember değil. Daha kompleks. Yani hep kendimizizdir, demekten çok hep kendimize döneriz, demenin daha materyalist olması gibi. Çok mu uzattım? Bir kitap okudum diye çözmedim işi elbet. Sadece tarihimiz tekerrür etmiyor belirtmek istedim. Her şey her an çok farklı, biz de. Kendimize üzülmekten hatta belki Sartre demişti ''Üzülmeyi tercih etmekten'' vazgeçmeliyiz. Show must go on. (Çok kolaydı!)
*Podcasti azıcık daha dinleyip geldim, dinlerken yazamadığımı fark etmiştim, çay soğudu, hava serinledi*
Sonbahar geldi. Pumpkin Spice Latte çıkmadan inanmak istemiyorum. Bir de sırtıma ince hırka geçirmeden. Yeşil kazak giymeden. Doğa da döngü halinde bak, hep değişir ama döngü devam ediyor. (Geçmiştik bunu.) Eylül stres demek bir yandan. Öğrenci olduğun sürece bu böyledir. (Bunu da geçmiştik.) Her yazıda illa bir plan sıkıştırırdım araya. Bu sefer kendimi kendime bırakıyorum. Planlar yazılmak değil bir amaç uğruna gerçekleşmek için var zaten. Yine de içime sinen bir ev bulsam fena olmaz ya. (Bunu enerji yollayıp geçelim.)
Yan sekmeleri gezmekten dikkatim dağıldı. Twitter saatlerimi yiyor bazen. Karşılığını sinir sistemi bozukluğuyla ödüyoruz. Okul başlayınca azalır illa, gündemi okur bir iki saçmalayana bulaşır, isyanımı eder çıkarım. Göreceğiz.
İçime sindi bu yazı. O yüzden senin neler yaptığını da duymak istiyorum. Yazarsan sevinirim.
çav.
Oh be yorum okumayı özlemişim, paragraflarına sağlık :)
YanıtlaSilBayağı şanslısın gerçekten çok istemiştim ailemin olduğu yerde okumayı ama küçük bir yerde yaşıyorum. İkisinin de avantajı-dezavantajı oluyordur eminim. Bazen çok iç içe olmak da boğuyor insanı, tek kalmak, kendine ait merkezinde olduğun bir hayatı istiyorsun. O yüzden açılsın istiyorum, ayrılık buruk olsa da. Bu arada haberi sana vermiş olayım, evi tuttuk :D
O kabullenme işi muazzam cidden ama kırılması da tek bir hadiseye bakıyor . Ayakta tutmanın yolu tüm bu hikayedeki çatışmaları da kabullenebilmek. Sonrası Sartre'a denk gelebilir :)
Twitter bazen kafa da dağıtıyor ve gevezelik de hoşa gidiyor açıkçası. Sen ondan kopsan o senin aklından kopmuyor :)
Teşekkür ederim bir yazı kıvamındaki bu yorumun için, daha sık yazmaya çalışacağım yine.
Kendine iyi davran,
Sevgiler xo
p.s Bitki çayı fanı değilimdir ama ananaslı nasıl olur merak ettim, görürsem alacağım :)
Teşekkür ederim ^^ <3
YanıtlaSil