Ben geldim, evet biliyorum yine uzun bir aradan sonra.
Vizeler, finaller bitti şükür. Yorgunluğunu yeni yeni atıp kendime gelebiliyorum. Her zamanki gibi süreç bir mağduriyetle başladı. Normalde 3 hafta olan sınav haftası 1 haftaya kadar düşürülüp peş peşe sınavlar eklendi. Yazdık çizdik ama bir sonuç yok. Atanmış rektörler öğrenicinin halinden ancak bu kadar anlayabilir. Akademiyle alakasız birer memurlar sonuçta, ne emir veriyorsa onu yapabiliyorlar.
Gündemi görüyorsunuz değil mi? Yine nefret söylemleri, nefret suçuna teşvik başladı. Boğaziçi meselesi tam sadece bir ''boğaziçi'' meselesi olmuşken (bunu zannımca kendileri yaptı) her ötekinin ötekisi lgbti+lara saldırma fırsatı bulan gericiler ve işbirlikçileri yine sahneye teşrif etti. Bu ülkenin içişleri bakanı dahi buna dahil olup bir fiil nefret söyleminde bulundu. Bazen nerede ne için mücadele ediyoruz diye soruyorum kendime. Savaşmadan yaşamak diye bir seçenek yok mu Ortadoğuda? Haklı olan kazanacak, ne zaman? Biz görebilecek miyiz? Ya da hepsi bir yanılsama mı? Başıma ağrılar girdi dün gece tüm bunları düşünürken. Küçük joe gündemi ''görünmez el'' olarak tanımlamıştı hiç unutmam. O görünmez el sakin sakin gün geçirip yogasını yapan bana laps diye bindi yine anlayacağın. Olsun yine gelsin yine def edelim.
40 Günlük bir yoga serisine başladım. Toprak elementindeyim şu an. Çetin Çetintaş'ın ilgili videosundan yapıyorum. Yeni başlayanlara pek uygun değil ama daha önce yaptıysanız vücut 5-6 denemede açılıyor. Ben de yavaştan açılmaya başladım. Bazı günler üşeniyorum fakat şöyle bir şey var ki 40 gün aralıksız devam etmek zorundasınız yoksa en başa dönmeniz gerekir. 40 Günden sonra diğer elementlere geçiyorsunuz, sırasını unuttum. Tamamlamayı planlıyorum. Diyeti de beraberinde götürecektim, sınavlardan önce 2 hafta yapmıştım oysaki yalnız bu sefer 2 gün sürdü :'D Yemeyi seviyorum blog. Yemeyince veya bir şeyi yememeye zorlanınca mutsuz oluyorum. Sanırım bünyeyle ve uyku saatiyle de çok ilgili bu beslenme. Gece 5-6'da uyuyan biri nasıl gece bir şey yemeden dursun mesela? Veya internette yazan her bilgi benim vücuduma olacak mı? Diyetisyene gitmeyi de kendi bedenim için gereksiz buluyorum. Yine de aklımın bir köşesinde duruyor. Keşke sadece bu dertlerle haşır neşir olacağımız, bunları konuşacağımız bir yaşamımız olsa.
Yılı bir hayli kitaplı ve filmli kapatmıştım. Yeni yılın ilk ayı biterken de 10 film izlemişim bile. Kitap da yolda bitiyor, yan sütuna ekleyeceğim onları da. Digiturk bu aralar efsane filmler yayınlıyor. Gece mutlaka bakıyorum ve hep yeni, farklı ve kaliteli şeyler buluyorum. Mutlaka bakın eğer kullanıyorsanız. Bazen internetten bulmak zulüm olabiliyor. Örneğin o kadar çok gerilim/korku izlemişim ki şakasız bir şekilde izleyecek yeni bir tane, en azından sağlam, kalmamış. Çok arada derede çıkıyor. Televizyonda denk gelmek o yüzden daha rahat. Sanki radyodan şarkı dinlemek gibi, hep daha fazla zevk verir insana; özel gelir.
Kafeleri çok özledim. Arkadaşlarımla beraber bir kafede oturup tüm gün kahve içmek istiyorum. Arkada insan sesleri, yoldan geçen arabalar, bir yandan denizi izlemek, kibar garsonlar...sonrasında kordonda yürüyüş, sokak kedilerini köpeklerini sevmek, bir ara soluklanırken sokak müzisyenini dinlemek, çarşıdaki dükkanları hiçbir şey almayacağını bilmene rağmen kurcalamak, gün sonunda tatlı krizine girip bir mekanda son kez oturup tatlı bir şeyler yemek...hepsini özledim. Yine iyi bile dayandık bu şekilde. İlk karantina zamanları daha izoleydik. Yani herkes evdeydi ve ilk kez bu kadar dinlenme fırsatı bulmuştuk. Fakat şu an hayat devam ediyor, zenginler her türlü fırsattan yararlanıyor; diğer herkes evinde. Yaşam devam ederken yaşamdan dışlanıyormuşuz gibi hissediyorum. Bunun sınıfsal yönü daha derin ve gerçek tabii. Kapitalizm daha ne kadar leş bir şey olduğunu gösterebilir ki? Bir tarafta işini kaybettiği için sadaka gibi verilen paralarla geçinmeye çalışanlar diğer tarafta kayak tatilleri. Her şeyin meşru zeminini ''çalışmak, sektör'' gibi kelimelerle süslemezler mi bir de...Karantina önlemleri bile eşit uygulanmazken Hollanda gibi ülkelerde yaşanan önlemlere protestoyu hiç mantıksız bulmamaya başladım. Gördüğünüz gibi alışıyoruz her şeye rağmen. Evden de olsa yaşamlarımızı devam ettirmek, ''gelişmek'' için çabalıyoruz. Oyunu kurallarına göre oynamak böyle bir şey.
Tekrar Almanca çalışmaya başladım. Bu dil çok zor blog. Anlamasına anlıyorum tek tük, okuduklarımdan bir şeyler de çıkarabiliyorum ama writing bir zulüm. O kadar çok hatırlanması gereken kural var ki...Zaten ara verilen dile devam etmek bir dile en temelden başlamaktan çok daha zor oluyor. Kim bilir Japoncam ne alemde mesela. Hala okuyabiliyorum alfabeyi, az çok anlayabiliyorum ama eminim en başa geri sarmışımdır. Siz siz olun öğrendiğiniz dilin peşini bırakmayın, çok nankör oluyorlar. (friendly reminder diyelim bu paragrafa <3)
Yaz için planlarım var, covid el verirse gerçekleşecek gibi duruyor. Şimdilik detaylarını anlatmayayım olursa bahsederim. Hayat *normalleşse de planlarımızın önünde olan bin tane engelin yanına bir de virüs gibi gerçek bir engel eklenmese değil mi? Umarız!
Kendinize dikkat edin, araya açmamam için bana yazmayı unutmayın :')
çav.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder