20 Şubat 2020 Perşembe

Günler,Hisler ve Şiir ☕


Filmler hakkında yazmaya kendimi kaptırmıştım.Sıra kendim hakkında bir güncelleme yapmakta :)

Tatilimin bitmesine son bir hafta kadar kaldı.Nasıl geldi geçti anlamadım.Sorarsanız istediğim gibi de geçiremedim pek.Özellikle tatilin başında anksiyetem tavan yapmıştı,terapiste gittim.Kontrol altına almaya çalışıyoruz şu an,daha iyiyim.Hiç evi bırakıp gidesim yok blog.Üşengeçlikten değil,gerçekten geri dönesim olmadığından.Evde hissetmek bambaşka bir his ve ben bunun yokluğuna hala alışamadım,bu sene alışacağımı da sanmıyorum.

Bazen hiçbir şeyde tam olarak iyi ya da tamamlanmış olmadığımı hissediyorum.Hayatımdaki enerji bölük pörçük.Bu yüzden zaman zaman başarısız hissediyorum.Dile yeteneğim var,İngilizcede full anlayabiliyorum fakat konuşmam eksik,Japonca desen nerede nasıl kaldım aklımda değil.Basit bir örnek ama bu bölük pörçüklük hisse nokta atış.Eskisi kadar Japoncaya ilgim de yok mesela,belki de sadece büyümekle ilgilidir fakat ben büyürken de böyleydim.Denemediğim spor kalmamıştı.Bir hafta gittiğim kurslardan sonra hepsini bıraktım.Maymun iştahlılık halk arasındaki adı,doğru.Negatif açıdan insanın içindeki enerjiyi-motivasyonu bölse de bir yandan da birçok konu hakkında fikir sahibi yapıyor.Böylelikle her ortama girebilir bir kıvama geliyorsunuz.İnsan kendini fazla tanımamalı.Farkındalığınız bir kere oluştuğunda geri dönüşü olmuyor.Aptallar bu yüzden her zaman mutlu olacak,üzülmeyecek demiyorum,mutlu olacak.

Hayatımda büyük değişiklikler oldu aslında ama ben yeterince bir şeylerin değiştiğini hissetmiyorum.Bunun sebebi istediğim gibi ilerlemeyen onca sorun.Herkesin geçiş süreci atfettiği şeyleri daha zorlu yaşayan insanlar olamaz mı? Koca evrende bir benmişim gibi hissediyorum bazen.Biliyorum bayağı yanlış.Hatta kendi kendimi bile çürüttüm.Perulu bir arkadaşla tanıştık tumblrdan.Çok şeker bir kız,neredeyse hep aynı konularda aynı şeyleri yaşamışız.Dünyanın bir ucunda ama ''aa bana da bu oldu'' diyebiliyoruz.Her neyse işte,bu güzel bir kanıt böyle olmadığına ama yalnızlık öyle bir his değildir.Böyle hisseden insanlar birbirine gerçekten yardım edebileceği bir özel güç bulamadıkça herkes kendi kabuğunda yalnız kalacak.Realist düşünüyorum birçok konuda artık.Gerçi bu da benim real'ım öyle olmak zorunda değil.Değişim içimizde blog,çevreyi istediğimiz gibi yapamayız ama kendimizi gerçekleştirmek elimizde.Fakat gel gör ki terzi kendi söküğünü dikemez.

Ahmet Erhan'ın bir şiirini çok seviyorum.Şiire öyle aşırı bir sevgim olmasa da bu şiire sevgim,bağım büyük.Asalar büyücüyü seçermiş ya,bu şiir de benim karşıma çıkarak beni seçmişti sanki. (tık) Şiirde beni etkileyen şey çook derinde yatan hala biraz inanmışlık,''umut'' duygusu.Hangi modda okursanız ona göre değişiyor sanki.Bu şiirden sonra şairin ''Burada Gömülüdür'' adlı kitabını aramaya başladım.İnanır mısınız hiçbir yerde yoktu.En son artık geçen hafta internetten sipariş ettim,dört gözle bekliyoruum!

Bir de kendi yazdığım bir şiir var.Geçen kıştan beri arada bir üzerine uğraşıyordum aklıma geldikçe.Burada paylaşsam mı? Hadi biraz öz güven...Küçükken çok fazla şiir yazsam da büyüdükçe pratiğimi kaybettim.O yüzden büyük bir beklentiniz olmasın,beğenilmemeye de kapım açık :')

Denizin Gözyaşları

Karanlık gece,parlak dolunay
Ruhumda yankılanan ritmik bir ses
Bir ileri bir geri giden dalgalar
Çarpıyor zihnimin kıyılarına
Sana dair tüm sancıları anımsıyorum
Gece artık daha karanlık,dolunay artık daha parlak
Gözyaşlarım Akdeniz kadar tuzlu,
Akıyor kalbimin damarlarında
Sırılsıklam hissediyorum
Ve biliyorum bu acıyı da özlerdim
Sana dair her şeyde özleyecek bir şey bulduğum gibi
Gece artık daha da karanlık,dolunay artık daha da parlak
Yeni sürülmüş sahildeki tek ayak iziyim
Kumlar paçama tutunmuş gitmiyor
Dünyayla beraber sıyırıp üzerimdekileri
Koşuyorum tek ışığım olan yakamoza doğru
Gece bana hep karanlık,dolunay bana hep parlak
Sevgi ve nefret arasında bir alabora
Elim yıldızlara uzanmış,ayaklarım uçlarımda 
Yusufçuk sesleri eşliğinde batıyorum
Bitiyor bir karanlık daha,sönecek dolunay birazdan
Güneş,günü ayanların olacak
Ben denizin gözyaşlarıyla çekileceğim.

Anıl Ateş

Biraz makale okumaya çalışsam da dersler hakkında kitap yüzü açmadım.Açıkçası çok gerekli de görmedim ama şu son hafta (bu haftayı kendi kendime tatil ilan ettim :')) biraz biraz bakayım diyorum.Sonra zaten yolculuk telaşı giriyor araya.Hadi bakalım.

kendinize iyi davranın

çav!



                                  







10 Şubat 2020 Pazartesi

4 Aventures de Reinette et Mirabelle // Film 🍓


Yine bir Eric Rohmer filmi ile karşınızdayım! Filmden kareler karşıma sürekli çıksa da bir türlü izleme sırası gelmemişti.Ne zamandır Rohmer'dan bir şey izlemediğim için bu filmi izlemek her şeyden önce iyi hissettirdi,kulaklarımın pası silindi,dinlendim,düşündüm,kendi içimden yorumladım ve yine her filminde olduğu gibi estetik anlamda tatmin oldum.


Filmimiz Paristen tatile gelen Mirabelle'nin bisiklet tekerinin patlamasıyla başlıyor.Orada yaşamakta olan Reinette'in yardımıyla bisikleti tamir ediyorlar.Ardından beraber yemek yerken Reinette ona filmdeki ilk macera olan ''Mavi Saatten'' bahsediyor.Bu saat dünyanın bir dakikalığına tam sessiz olduğu bir saatmiş.Gece kuşları susarken bir dakika sonra sabah kuşları ötmeye başlıyormuş.Ona bunu gösterebilmek için kalmasını ister.Mirabelle de teklifi kabul eder.Fakat ilk gece bunu bir arabanın sesi yüzünden başaramazlar Reinette'nin üzüldüğünü gören Mirabelle bir gece daha kalır ve diğer gece o anı yakalamaya çalışırlar.Böylelikle iki genç kızın Parise uzanacak arkadaşlıkları ve maceraları başlar.



Mirabelle gürültüye alışmış,sistemin bozukluğunu fark eden ve etik anlamda daha aykırı olan bir insanı temsil ederken Reinette onun aksine daha ahlakçı bir tavır içinde.Filmde şehirli ve kırsal insan arasındaki fark özellikle hırsızlık konusu üzerinden işlenmiş.Üçüncü bölümde çalma hastalığı olan bir kadının yakalanmasını engelleyen Mirabelle'ye Reinette'in tepkisi büyük olur.O insanların cezalarını ne olursa olsun çekmesi gerektiğini düşünürken ki zannımca bu daha basmakalıp bir düşünce dolayısıyla daha doğayla bağlantılı neden-sonuç ilintisinde,Mirabelle ise daha derin düşünüp kadının amacını bilmediklerini;onun tedavi olması için daha etkili bir şeylere ihtiyacı olduğu savunur.Bu gibi konuşmalarından iki karakter arasındaki sosyolojik farklılıkları gözlemliyoruz.



Filmin sanat yönetmenliği diğer Rohmer filmlerinden bile daha başarılı.Pariste kaldıkları evin güzelliği,Reinette'nin resimleri,sofralarındaki renk uyumu,kıyafetleri...her şey öyle güzel ve tatmin ediciydi ki sadece bunun için bile sessiz sinema şeklinde izleyebilirdim.


İkinci ve Dördüncü maceradan tüm filmi vermemek adına bahsetmiyorum fakat Rohmer filmlerinden aşina olduğumuz ufak tefek entrikalar mevcut diyebilirim.Hani böyle gerçek hayatla uyumlu ama biraz da yeşilçamvari :)


''Ne yaparsan yap sonraki günün doğuşunu engelleyemezsin,alabileceğin en iyi tevazu dersi bu olmalıdır.'' (Reinette)

iyi seyirler,

au revoir!