2 Mayıs 2021 Pazar

Nisandan Mayısa Bir Kupalık Notlar

 Yine geldim günler sonra. Yazmak içimden gerçekten gelmediğinde başaramıyorum blog, biliyorsun.

Yeşilçay içip ''videoclub'' dinliyorum ve sana kendimi anlatmak istiyorum.

Nisan ayı deyim yerindeyse bir buldozer gibi geldi geçti üzerimden.''Enginar Mevsimi'' diye bir kitapta baharın gelişinde yaygın bir depresyon halinin yaşandığından bahsediyordu. Buna depresyon diyemem, anksiyeteler ve uğursuzluklar silsilesi desem daha doğru olur. 5 Nisan doğum günümdü, normalde her yıl güzelce bir yazı yazardım. O yaştan ve gelecekten bahsederdim. Yine planlıyordum böyle bir şey yapmayı ama bir covid potansiyeli yüzünden olamadı. O gün için aldığım her şey elimde öylece kaldı. Bir hayli üzdü bu durum beni. Bazen her şey taşıp kendini dışarıya akıtmak için bir çatlak bekler ya bu olay tam da öyle oldu. Zaten fark ettiğim üzere bana enginar mevsimi hep böyle geliyor. Bir çatlak tüm diğer kabuk bağlamış şeylerin açılması için yetiyor. Açıldı da açıldı açıldı da açıldı...hiç dikkat etmediğim şeyler beni kahreder oldu. Üstüne bir de zaten ''gerçek'' olan dertler de eklenince bir dibi görme hali yaşadım. Çıktım mı? Sayılır.

Hayatlarımızın işgal altında olduğunu hissediyorum blog. Bu iktidar, bu düzen ve bu insan topluluğu bizim birey oluşumuzu işgal ediyor. Bize travmalar, korkular ve endişeler ekliyor. Seçimimiz olmayan her şeyin kurbanı oluyoruz. Mücadele etmek zorunda kaldığımız savaşların kahramanı kesiliyoruz. Öyle olmak, ona katlanmak, bu şekilde devam etmek boynumuzun borcu gibi hissediyoruz. Onurluyuz, yüreğimiz temiz ve hedeflerimiz var diye her an her yerden cezalandırılıyoruz. Sonra her şey düzgünmüş biz abartıyormuşuz gibi kendimize yükleniyoruz. Sosyolojik olan acılarımızı psikolojimize bağlıyoruz. Herkesten en azını görüp mutlu olurken kendimizden insanüstü bir performans bekliyoruz. En kötüsü de bir kere 'böyleyim' deyince o böyleliğin girdabından kaçamıyoruz. İşgal dışında bir kelime gelmiyor aklıma. Hayatlarımız, hedeflerimiz, arzularımız, zevklerimiz, aşklarımız, gençliğimiz, yaşlarımız, haklarımız, görünürlüğümüz, sağlığımız...hepsi işgal altında. Bu işgalin hem şahidi hem de başı dik kurbanlarıyız. 

Tam böyle düşünce kümeleriyle dolup taşarken anksiyete kendini gösteriveriyor. Artık onun bir neden değil sonuç olduğunu düşünmeye başladım. Sürekli gelmiyor ama gelmesi gerektiği yerde kendini gösteriyor. İçimden hiçbir şey yapmak gelmediğinde karşıma geçip ne kadar 'değersiz' olduğumdan dem vuruyor ya da beni suçlu hissettirecek hatıraları, şu anı önüme seriyor. Birinden çıkınca diğeri için 'asla' desen de olmuyor. Her 'oh' çektiğin yerde bir 'ya öyle değilse' başlıyor. 

Son bir yılda hayatımda hatta hayatlarımızda çok şey değişti blog. Belki de sürekli aynı ortamda olmaktan fark edemedik ama biz de değiştik. Ölen geçmişe bir yas tutmak isterken anın telaşında kaybolduk. Can korkusuyla yaşarken akıp giden yaşama ayak uydurma kaygısından değerlerimizi olmayan çerçevelere oldurmaya çalıştık. Elimizde olan malzemeyi, geçmişte kurduğumuz hayallerin sonuçlarını ve kendimize verdiğimiz sözlerin karşılığını içten içe yediremedik. 'Yedirememek' birçok şeyi ifade etmem için bana yardımcı olan biraz amiyane ama ondan daha çok nokta atışı olan bir tabir. 

Mayıstan beklentim ay sonu finallerimi ortalama da olsa verebilmek ve rutin bir detox diyetinde dikiş tutturmak. Yaz için beklentim ise sadece ne pahasına olursa olsun eğlenmek: 21 Hissetmek


çav.