28 Ağustos 2021 Cumartesi

Sonbaharı Karşılama Günlüğü ve Birtakım Düşünceler

Arayı açmadım bak, geldim. 

Kiraz saplı çay içiyorum. Bazen hiçbir şey yolunda olmasa bile çay içmek her şey yolundaymış gibi hissettirir. Bir de bitki çayıysa diyete başlama motivasyonunu tetikler. Maria'nın son podcastini dinliyorum. Sıcak bir duştan çıktım, hava duştan daha sıcakmış. Soğuk duş alamam nefesim kesiliyor gibi oluyor. 

Kedi sahipleneceksen bütün sokaktaki kedileri de sahiplendiğinin farkında olmak lazımmış. Bizim ufak ufak besleme işi büyüdü aşağıda baktığımız ikisini bugün kısırlaştırdık. Sorma hiç nasıl geçtiğini. Türkiye, biliyorsun; iyilik yapmak cezasız kalmaz, burnundan gelir. Sonuç olarak iyiler şu an, iki tane kardeş; biri kız biri erkek. Birbirlerine sokulup yatıyorlardı en son. Öyle içim acıyor ki blog. Bizimle aynı hissettikleri, sevgi duyup üzüldükleri öyle belli ki. Bazen sokakta daha fazlasını görmemek için odaklanmıyorum. O dramayı bünyem sünger gibi çekiyor. Üç dört gün misafir olacaklar sonra bahçede yer yapacağız. Keşke müstakil bir evim olsaydı kafasını fena halde yaşıyorum. Bir sürü kedi doldururdum. Rahat rahat mama verip yuva yapardım. Fena zaman, emek ve para istiyor gerçi; onlar da lazım. Birileri yapmalı ama işte, dünya diğer türlü dönmüyor. 

Ev yok. Olan evler pahalı. Kalan evler çirkin. Okulun açılmasına 22 gün var, bizim ev bulmamız gereken süre ise 15. Zaman çok hızlı akıyor. Ben açılacağını bile sindiremedim. İçimden bir ses tekrar kapanacak da diyor. Türkiye, biliyorsun. Hangisi mi tercih ederim? Bilmiyorum. İki türlü de hoşuma gidecek-gitmeyecek şeyler var. Mental olarak başlamaya net hazır olduğumu da söyleyemiyorum bak ama. Uzun zamandır evde olmanın konforu tekrar bölünecek. Günün sonunda kendi odamda olamadığım her yerde misafir gibi hissediyorum. O sakin kafa, koku ve eşyalar lazım bana. Çok inatçıyım dimi? Ahmet Erhan'ın ''Radikal bir çiceğim yalnız kendi saksısında açan.'' Dizesini bu yüzden kullanıyorum. Öyle. Fakat öyle olmakla problemim yok. Ergenlikte daha çok sorun ederdim. Neden böyleyim? Neden böyle olmak zorunda? Neden? Bir sürü neden. Şimdi kırıntıları var. 10 ise 5'e düştü, 3'ü zorlamaz. 

İnsan değişmez ve tarih tekerrür eder laflarına temkinliyim artık. Paris İşçi Üniversitesindeki Felsefe derslerinden notlarla derlenmiş bir kitap anlatıyor. Materyalizm söz konusu olan tabi. Her şey devam ediyor, aynı nehirde iki kez yıkanmaz, tez-antitez-sentez, madde şeyden önce gelir, şeylerin bizim görüşümüzden hariç varlıkları vardır...Diyalektik materyalizm hani Marx'ın olan modern hali. Marx tüm bu hikayeyi insanlık tarihine uyguladı ve her şeyin bir sınıf savaşımı halinde olduğunu fark etti. Bu yüzden Kapital çökecek diyor, çünkü sürekli kendi düşmanlarını kendi yaratıyor yani işçi sınıfını. Er ya da geç sentez olmak zorunda. Sonrasında proletarya diktatörlüğü...diye gidiyor. Her şey bir başkalaşım ve ilerleme halinde. Ölümün içinde yaşam, yaşamın içinde ölüm. Tavukla yumurta ilişkisi. Her şey bir zıttı ile var olur mottosu. Yani çatışım ve tezatlıklar kötü değildir. Bak insandan da öyle demek ki. Ben bunu diyalektikle ifade etmeden aynı terimsel ifadeleri kullanmıştım. Yani sonuç? Diyeceksin. Şöyle ki kendi tarihimizde ilerliyor, kişisel olan. Bizim kendimizle olan ilişkimiz. Hep bir çatışma işte, yaşamayan yoktur. Bundaki devinimler dışarıya ''değiştin'' olarak yansıyor. Yalnız günün sonunda aynı kişi hissedip öyle yorumlamamızın sebebi aynı zamanda bir çember döngü de mevcut. İdealizm gibi kendini yenileyen bir çember değil. Daha kompleks. Yani hep kendimizizdir, demekten çok hep kendimize döneriz, demenin daha materyalist olması gibi. Çok mu uzattım? Bir kitap okudum diye çözmedim işi elbet. Sadece tarihimiz tekerrür etmiyor belirtmek istedim. Her şey her an çok farklı, biz de. Kendimize üzülmekten hatta belki Sartre demişti ''Üzülmeyi tercih etmekten'' vazgeçmeliyiz. Show must go on. (Çok kolaydı!)

*Podcasti azıcık daha dinleyip geldim, dinlerken yazamadığımı fark etmiştim, çay soğudu, hava serinledi*

Sonbahar geldi. Pumpkin Spice Latte çıkmadan inanmak istemiyorum. Bir de sırtıma ince hırka geçirmeden. Yeşil kazak giymeden. Doğa da döngü halinde bak, hep değişir ama döngü devam ediyor. (Geçmiştik bunu.) Eylül stres demek bir yandan. Öğrenci olduğun sürece bu böyledir. (Bunu da geçmiştik.) Her yazıda illa bir plan sıkıştırırdım araya. Bu sefer kendimi kendime bırakıyorum. Planlar yazılmak değil bir amaç uğruna gerçekleşmek için var zaten. Yine de içime sinen bir ev bulsam fena olmaz ya. (Bunu enerji yollayıp geçelim.)

Yan sekmeleri gezmekten dikkatim dağıldı. Twitter saatlerimi yiyor bazen. Karşılığını sinir sistemi bozukluğuyla ödüyoruz. Okul başlayınca azalır illa, gündemi okur bir iki saçmalayana bulaşır, isyanımı eder çıkarım. Göreceğiz.

İçime sindi bu yazı. O yüzden senin neler yaptığını da duymak istiyorum. Yazarsan sevinirim.

çav.

12 Ağustos 2021 Perşembe

Yazmaya Isınmak ve Birtakım Şeyler Daha

 Selam blog.

Yazma yetimi kaybedip etmediğimden edişeleniyorum öyle uzun zamandır bir şeyler karalamadım ki kesin hamlamışımdır, saçmalarsam şimdiden af ola.

En son nerede kalmıştık inan hatırlamıyorum. Fakat yazın başını milat alırsam güzel ilerlediğini söyleyebilirim. Arkadaşlarımla tatile çıktım, kısa da olsa bir iş tecrübem oldu (işçilik çok zor bir şey, haksızlık dolu ve bahsedilen devrim bir an önce gelmeli) sonra ehliyetimi aldım, ardından bir İzmir macerası daha oldu (eski yazılardan alışkınsındır, bu sefer abimdeydim her şey müthişti ayrıca İzmiri çok özlemişim, bu şehir bir türlü beni kabul etmese de kim bilir belki mesleğe başlarken dönebilirim -inş-) geri kalan rutin hayat. Havalar fena halde sıcaktı zaten. Hiç sevmiyorum sıcağı, resmen anksiyetem azıyor. Bir de cilt rutini işlerine falan taktım güneş gittikçe gözüme sevimsiz görünmeye başladı. Allahın güneşi neden bize zarar verip çirkinleştirir ki? Zoru ne?

Gündemden yakınıyordum ya hep artık twitter ile bu kotamı dolduruyorum. Merak eden en aşağıya kaydırıp ulaşabilir. Yalnız her şey gittikçe şiddetleniyor. Böyle bir ülkede büyümüş olmak kim bilir ne hasarlar bırakıyor hepimizde. Fiziksel ve ruhsal sağlımız hatta cilt problemlerimiz bile burası yüzünden, eminim valla. Eskiden hayatın bir ucundan bir şekilde tutar pozitif kalıp ilerlerdik ama şu an yönelen tehlikeler, yaşananlar ve bulunduğumuz komünitelerin toksikleşmesi öyle gerçek öyle çarpıcı ki sağdan soldan ortadan yumurta fırlatılıyor da sahnede oradan oraya kaçmaya çalışıyoruz sanki. Yazık vallahi, bazen yaşamlarımıza acıyorum. Tabi yelkenleri suya indirmiş de değilim. Dünya böyle bir yer. Gelen tehlikelere karşı mücadele etmek doğamızda var, yok edemeyiz.  Aynen yaşamaya, hayal kurmaya ve bir şeyleri sevmeye devam.

Son birkaç yıldır inandığım ve deyim yerindeyse kefil olduğum birçok şeyin aslında içinde olmadığımı hatta dışlandığımı fark etmek sarsıcı bir deneyim oldu. Bunu hissetmenin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü günün sonunda çoğumuz farklı seslerle de dolu olsa bazı yankı odalarına sıkışabiliyoruz. Kendi adıma bir bir terk ettiğimi söyleyebilirim. Yine de o açıklık ve konuşabilme için yeterince cesur değilim sanırım. Olduğum kadarını geliştirmeye çalışıyorum. Önemli olanın da bu olduğunu düşünmekteyim. Belki ilerde açarım bu konuyu tekrar, şimdilik kapatayım.

Eylüle tarih verdi bizim üniversite. Ev bakıyoruz arkadaşımla fakat hala düzgün bir tane bulamadık. Gerçekten güzel olan bir tane vardı o da zaten çoktan tutulmuş sırf arayalım diye bırakmışlar yani...Öyle berbat eşyalı evlere öyle yüksek kiralar istiyorlar ki evsiz kalırım daha iyi düşünüyor insan. Bir de okul tekrar kapanır mı korkusu içinde bakınca bari ağırdan alalım diyoruz. İşler karışık anlayacağın. Oldum olası sevmem zaten sonbaharın gelişini. Tamam pumpkin spice latte güzel ama onu içene kadarki süreç ani masraflar, düzen kurma çabası ve toplanmalarla dolu. Kalan şu 1.5 ayı bunlarla geçireceğim. Bir yandan da tekrar bir ayrılık kafasına girmek üzüyor. Kaplumbağa gibi odamı sırtımda taşımak istiyorum içinde kedim de olsun hatta annem ve kız kardeşim de falan...birtakım hayaller olabilir başlık.

Hadi bir film bir kitap önerisiyle sonlandırayım. (bu yoktu içimden geldi)

Kitap Yaşar Kemalin İnce Memed'i. Okurken tüylerim diken diken oldu sürekli. Bizim memlekette, Osmaniye-Çukurovada, geçiyor tüm hikaye. O ağanın insanlara zulmü, kadınların ve çocukların yaşadığı içime oturdu resmen. İlk ciltten kinle doldum. Eşkıyaların tarafında yerimi aldım. Annemden aldığım bir bilgiye göre de Memed'in saklanacağı bir aşiret anneannemin aşiretiymiş. İple çekiyorum yeni cildi okumayı, bu info üzerine araştırma yapacağım. İnsanın kendinden, dilinden ve toprağından bir şeyler okuması ne güzelmiş. Türk edebiyatına daha çok yönelmek lazım, arada kaynıyor.

Film de Türkiyeden olsun o zaman. ''Geçen Yaz'' Netflixte var. Bilirsin yaz aşklarına bayılırım o yüzden bu filme de bayıldım. Oyunculuklar muazzamdı. Normalde bu tarz gençlik filmlerinde replikler dile hiç yakışmıyor yalnız bu filmde o bayağılık yok. Şans verebilirsiniz.

Böyle bir ısınma turu olsun parmaklarım için. Havalar soğudukça daha güzel yazılar çıkacağına inanıyorum, tabi yazarsam...


Kendinize iyi davranın.

çav.


İzmirden