28 Ağustos 2021 Cumartesi

Sonbaharı Karşılama Günlüğü ve Birtakım Düşünceler

Arayı açmadım bak, geldim. 

Kiraz saplı çay içiyorum. Bazen hiçbir şey yolunda olmasa bile çay içmek her şey yolundaymış gibi hissettirir. Bir de bitki çayıysa diyete başlama motivasyonunu tetikler. Maria'nın son podcastini dinliyorum. Sıcak bir duştan çıktım, hava duştan daha sıcakmış. Soğuk duş alamam nefesim kesiliyor gibi oluyor. 

Kedi sahipleneceksen bütün sokaktaki kedileri de sahiplendiğinin farkında olmak lazımmış. Bizim ufak ufak besleme işi büyüdü aşağıda baktığımız ikisini bugün kısırlaştırdık. Sorma hiç nasıl geçtiğini. Türkiye, biliyorsun; iyilik yapmak cezasız kalmaz, burnundan gelir. Sonuç olarak iyiler şu an, iki tane kardeş; biri kız biri erkek. Birbirlerine sokulup yatıyorlardı en son. Öyle içim acıyor ki blog. Bizimle aynı hissettikleri, sevgi duyup üzüldükleri öyle belli ki. Bazen sokakta daha fazlasını görmemek için odaklanmıyorum. O dramayı bünyem sünger gibi çekiyor. Üç dört gün misafir olacaklar sonra bahçede yer yapacağız. Keşke müstakil bir evim olsaydı kafasını fena halde yaşıyorum. Bir sürü kedi doldururdum. Rahat rahat mama verip yuva yapardım. Fena zaman, emek ve para istiyor gerçi; onlar da lazım. Birileri yapmalı ama işte, dünya diğer türlü dönmüyor. 

Ev yok. Olan evler pahalı. Kalan evler çirkin. Okulun açılmasına 22 gün var, bizim ev bulmamız gereken süre ise 15. Zaman çok hızlı akıyor. Ben açılacağını bile sindiremedim. İçimden bir ses tekrar kapanacak da diyor. Türkiye, biliyorsun. Hangisi mi tercih ederim? Bilmiyorum. İki türlü de hoşuma gidecek-gitmeyecek şeyler var. Mental olarak başlamaya net hazır olduğumu da söyleyemiyorum bak ama. Uzun zamandır evde olmanın konforu tekrar bölünecek. Günün sonunda kendi odamda olamadığım her yerde misafir gibi hissediyorum. O sakin kafa, koku ve eşyalar lazım bana. Çok inatçıyım dimi? Ahmet Erhan'ın ''Radikal bir çiceğim yalnız kendi saksısında açan.'' Dizesini bu yüzden kullanıyorum. Öyle. Fakat öyle olmakla problemim yok. Ergenlikte daha çok sorun ederdim. Neden böyleyim? Neden böyle olmak zorunda? Neden? Bir sürü neden. Şimdi kırıntıları var. 10 ise 5'e düştü, 3'ü zorlamaz. 

İnsan değişmez ve tarih tekerrür eder laflarına temkinliyim artık. Paris İşçi Üniversitesindeki Felsefe derslerinden notlarla derlenmiş bir kitap anlatıyor. Materyalizm söz konusu olan tabi. Her şey devam ediyor, aynı nehirde iki kez yıkanmaz, tez-antitez-sentez, madde şeyden önce gelir, şeylerin bizim görüşümüzden hariç varlıkları vardır...Diyalektik materyalizm hani Marx'ın olan modern hali. Marx tüm bu hikayeyi insanlık tarihine uyguladı ve her şeyin bir sınıf savaşımı halinde olduğunu fark etti. Bu yüzden Kapital çökecek diyor, çünkü sürekli kendi düşmanlarını kendi yaratıyor yani işçi sınıfını. Er ya da geç sentez olmak zorunda. Sonrasında proletarya diktatörlüğü...diye gidiyor. Her şey bir başkalaşım ve ilerleme halinde. Ölümün içinde yaşam, yaşamın içinde ölüm. Tavukla yumurta ilişkisi. Her şey bir zıttı ile var olur mottosu. Yani çatışım ve tezatlıklar kötü değildir. Bak insandan da öyle demek ki. Ben bunu diyalektikle ifade etmeden aynı terimsel ifadeleri kullanmıştım. Yani sonuç? Diyeceksin. Şöyle ki kendi tarihimizde ilerliyor, kişisel olan. Bizim kendimizle olan ilişkimiz. Hep bir çatışma işte, yaşamayan yoktur. Bundaki devinimler dışarıya ''değiştin'' olarak yansıyor. Yalnız günün sonunda aynı kişi hissedip öyle yorumlamamızın sebebi aynı zamanda bir çember döngü de mevcut. İdealizm gibi kendini yenileyen bir çember değil. Daha kompleks. Yani hep kendimizizdir, demekten çok hep kendimize döneriz, demenin daha materyalist olması gibi. Çok mu uzattım? Bir kitap okudum diye çözmedim işi elbet. Sadece tarihimiz tekerrür etmiyor belirtmek istedim. Her şey her an çok farklı, biz de. Kendimize üzülmekten hatta belki Sartre demişti ''Üzülmeyi tercih etmekten'' vazgeçmeliyiz. Show must go on. (Çok kolaydı!)

*Podcasti azıcık daha dinleyip geldim, dinlerken yazamadığımı fark etmiştim, çay soğudu, hava serinledi*

Sonbahar geldi. Pumpkin Spice Latte çıkmadan inanmak istemiyorum. Bir de sırtıma ince hırka geçirmeden. Yeşil kazak giymeden. Doğa da döngü halinde bak, hep değişir ama döngü devam ediyor. (Geçmiştik bunu.) Eylül stres demek bir yandan. Öğrenci olduğun sürece bu böyledir. (Bunu da geçmiştik.) Her yazıda illa bir plan sıkıştırırdım araya. Bu sefer kendimi kendime bırakıyorum. Planlar yazılmak değil bir amaç uğruna gerçekleşmek için var zaten. Yine de içime sinen bir ev bulsam fena olmaz ya. (Bunu enerji yollayıp geçelim.)

Yan sekmeleri gezmekten dikkatim dağıldı. Twitter saatlerimi yiyor bazen. Karşılığını sinir sistemi bozukluğuyla ödüyoruz. Okul başlayınca azalır illa, gündemi okur bir iki saçmalayana bulaşır, isyanımı eder çıkarım. Göreceğiz.

İçime sindi bu yazı. O yüzden senin neler yaptığını da duymak istiyorum. Yazarsan sevinirim.

çav.

12 Ağustos 2021 Perşembe

Yazmaya Isınmak ve Birtakım Şeyler Daha

 Selam blog.

Yazma yetimi kaybedip etmediğimden edişeleniyorum öyle uzun zamandır bir şeyler karalamadım ki kesin hamlamışımdır, saçmalarsam şimdiden af ola.

En son nerede kalmıştık inan hatırlamıyorum. Fakat yazın başını milat alırsam güzel ilerlediğini söyleyebilirim. Arkadaşlarımla tatile çıktım, kısa da olsa bir iş tecrübem oldu (işçilik çok zor bir şey, haksızlık dolu ve bahsedilen devrim bir an önce gelmeli) sonra ehliyetimi aldım, ardından bir İzmir macerası daha oldu (eski yazılardan alışkınsındır, bu sefer abimdeydim her şey müthişti ayrıca İzmiri çok özlemişim, bu şehir bir türlü beni kabul etmese de kim bilir belki mesleğe başlarken dönebilirim -inş-) geri kalan rutin hayat. Havalar fena halde sıcaktı zaten. Hiç sevmiyorum sıcağı, resmen anksiyetem azıyor. Bir de cilt rutini işlerine falan taktım güneş gittikçe gözüme sevimsiz görünmeye başladı. Allahın güneşi neden bize zarar verip çirkinleştirir ki? Zoru ne?

Gündemden yakınıyordum ya hep artık twitter ile bu kotamı dolduruyorum. Merak eden en aşağıya kaydırıp ulaşabilir. Yalnız her şey gittikçe şiddetleniyor. Böyle bir ülkede büyümüş olmak kim bilir ne hasarlar bırakıyor hepimizde. Fiziksel ve ruhsal sağlımız hatta cilt problemlerimiz bile burası yüzünden, eminim valla. Eskiden hayatın bir ucundan bir şekilde tutar pozitif kalıp ilerlerdik ama şu an yönelen tehlikeler, yaşananlar ve bulunduğumuz komünitelerin toksikleşmesi öyle gerçek öyle çarpıcı ki sağdan soldan ortadan yumurta fırlatılıyor da sahnede oradan oraya kaçmaya çalışıyoruz sanki. Yazık vallahi, bazen yaşamlarımıza acıyorum. Tabi yelkenleri suya indirmiş de değilim. Dünya böyle bir yer. Gelen tehlikelere karşı mücadele etmek doğamızda var, yok edemeyiz.  Aynen yaşamaya, hayal kurmaya ve bir şeyleri sevmeye devam.

Son birkaç yıldır inandığım ve deyim yerindeyse kefil olduğum birçok şeyin aslında içinde olmadığımı hatta dışlandığımı fark etmek sarsıcı bir deneyim oldu. Bunu hissetmenin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü günün sonunda çoğumuz farklı seslerle de dolu olsa bazı yankı odalarına sıkışabiliyoruz. Kendi adıma bir bir terk ettiğimi söyleyebilirim. Yine de o açıklık ve konuşabilme için yeterince cesur değilim sanırım. Olduğum kadarını geliştirmeye çalışıyorum. Önemli olanın da bu olduğunu düşünmekteyim. Belki ilerde açarım bu konuyu tekrar, şimdilik kapatayım.

Eylüle tarih verdi bizim üniversite. Ev bakıyoruz arkadaşımla fakat hala düzgün bir tane bulamadık. Gerçekten güzel olan bir tane vardı o da zaten çoktan tutulmuş sırf arayalım diye bırakmışlar yani...Öyle berbat eşyalı evlere öyle yüksek kiralar istiyorlar ki evsiz kalırım daha iyi düşünüyor insan. Bir de okul tekrar kapanır mı korkusu içinde bakınca bari ağırdan alalım diyoruz. İşler karışık anlayacağın. Oldum olası sevmem zaten sonbaharın gelişini. Tamam pumpkin spice latte güzel ama onu içene kadarki süreç ani masraflar, düzen kurma çabası ve toplanmalarla dolu. Kalan şu 1.5 ayı bunlarla geçireceğim. Bir yandan da tekrar bir ayrılık kafasına girmek üzüyor. Kaplumbağa gibi odamı sırtımda taşımak istiyorum içinde kedim de olsun hatta annem ve kız kardeşim de falan...birtakım hayaller olabilir başlık.

Hadi bir film bir kitap önerisiyle sonlandırayım. (bu yoktu içimden geldi)

Kitap Yaşar Kemalin İnce Memed'i. Okurken tüylerim diken diken oldu sürekli. Bizim memlekette, Osmaniye-Çukurovada, geçiyor tüm hikaye. O ağanın insanlara zulmü, kadınların ve çocukların yaşadığı içime oturdu resmen. İlk ciltten kinle doldum. Eşkıyaların tarafında yerimi aldım. Annemden aldığım bir bilgiye göre de Memed'in saklanacağı bir aşiret anneannemin aşiretiymiş. İple çekiyorum yeni cildi okumayı, bu info üzerine araştırma yapacağım. İnsanın kendinden, dilinden ve toprağından bir şeyler okuması ne güzelmiş. Türk edebiyatına daha çok yönelmek lazım, arada kaynıyor.

Film de Türkiyeden olsun o zaman. ''Geçen Yaz'' Netflixte var. Bilirsin yaz aşklarına bayılırım o yüzden bu filme de bayıldım. Oyunculuklar muazzamdı. Normalde bu tarz gençlik filmlerinde replikler dile hiç yakışmıyor yalnız bu filmde o bayağılık yok. Şans verebilirsiniz.

Böyle bir ısınma turu olsun parmaklarım için. Havalar soğudukça daha güzel yazılar çıkacağına inanıyorum, tabi yazarsam...


Kendinize iyi davranın.

çav.


İzmirden



2 Mayıs 2021 Pazar

Nisandan Mayısa Bir Kupalık Notlar

 Yine geldim günler sonra. Yazmak içimden gerçekten gelmediğinde başaramıyorum blog, biliyorsun.

Yeşilçay içip ''videoclub'' dinliyorum ve sana kendimi anlatmak istiyorum.

Nisan ayı deyim yerindeyse bir buldozer gibi geldi geçti üzerimden.''Enginar Mevsimi'' diye bir kitapta baharın gelişinde yaygın bir depresyon halinin yaşandığından bahsediyordu. Buna depresyon diyemem, anksiyeteler ve uğursuzluklar silsilesi desem daha doğru olur. 5 Nisan doğum günümdü, normalde her yıl güzelce bir yazı yazardım. O yaştan ve gelecekten bahsederdim. Yine planlıyordum böyle bir şey yapmayı ama bir covid potansiyeli yüzünden olamadı. O gün için aldığım her şey elimde öylece kaldı. Bir hayli üzdü bu durum beni. Bazen her şey taşıp kendini dışarıya akıtmak için bir çatlak bekler ya bu olay tam da öyle oldu. Zaten fark ettiğim üzere bana enginar mevsimi hep böyle geliyor. Bir çatlak tüm diğer kabuk bağlamış şeylerin açılması için yetiyor. Açıldı da açıldı açıldı da açıldı...hiç dikkat etmediğim şeyler beni kahreder oldu. Üstüne bir de zaten ''gerçek'' olan dertler de eklenince bir dibi görme hali yaşadım. Çıktım mı? Sayılır.

Hayatlarımızın işgal altında olduğunu hissediyorum blog. Bu iktidar, bu düzen ve bu insan topluluğu bizim birey oluşumuzu işgal ediyor. Bize travmalar, korkular ve endişeler ekliyor. Seçimimiz olmayan her şeyin kurbanı oluyoruz. Mücadele etmek zorunda kaldığımız savaşların kahramanı kesiliyoruz. Öyle olmak, ona katlanmak, bu şekilde devam etmek boynumuzun borcu gibi hissediyoruz. Onurluyuz, yüreğimiz temiz ve hedeflerimiz var diye her an her yerden cezalandırılıyoruz. Sonra her şey düzgünmüş biz abartıyormuşuz gibi kendimize yükleniyoruz. Sosyolojik olan acılarımızı psikolojimize bağlıyoruz. Herkesten en azını görüp mutlu olurken kendimizden insanüstü bir performans bekliyoruz. En kötüsü de bir kere 'böyleyim' deyince o böyleliğin girdabından kaçamıyoruz. İşgal dışında bir kelime gelmiyor aklıma. Hayatlarımız, hedeflerimiz, arzularımız, zevklerimiz, aşklarımız, gençliğimiz, yaşlarımız, haklarımız, görünürlüğümüz, sağlığımız...hepsi işgal altında. Bu işgalin hem şahidi hem de başı dik kurbanlarıyız. 

Tam böyle düşünce kümeleriyle dolup taşarken anksiyete kendini gösteriveriyor. Artık onun bir neden değil sonuç olduğunu düşünmeye başladım. Sürekli gelmiyor ama gelmesi gerektiği yerde kendini gösteriyor. İçimden hiçbir şey yapmak gelmediğinde karşıma geçip ne kadar 'değersiz' olduğumdan dem vuruyor ya da beni suçlu hissettirecek hatıraları, şu anı önüme seriyor. Birinden çıkınca diğeri için 'asla' desen de olmuyor. Her 'oh' çektiğin yerde bir 'ya öyle değilse' başlıyor. 

Son bir yılda hayatımda hatta hayatlarımızda çok şey değişti blog. Belki de sürekli aynı ortamda olmaktan fark edemedik ama biz de değiştik. Ölen geçmişe bir yas tutmak isterken anın telaşında kaybolduk. Can korkusuyla yaşarken akıp giden yaşama ayak uydurma kaygısından değerlerimizi olmayan çerçevelere oldurmaya çalıştık. Elimizde olan malzemeyi, geçmişte kurduğumuz hayallerin sonuçlarını ve kendimize verdiğimiz sözlerin karşılığını içten içe yediremedik. 'Yedirememek' birçok şeyi ifade etmem için bana yardımcı olan biraz amiyane ama ondan daha çok nokta atışı olan bir tabir. 

Mayıstan beklentim ay sonu finallerimi ortalama da olsa verebilmek ve rutin bir detox diyetinde dikiş tutturmak. Yaz için beklentim ise sadece ne pahasına olursa olsun eğlenmek: 21 Hissetmek


çav.


14 Mart 2021 Pazar

Hayat Güncellemeleri, Tartışmalar ve Birtakım Düşünceler

Blog 200k okunmayı geçmiş! Film ve kitap güncellemelerimi yaparken bunu görüp içime bir yazma isteği düştü. Önce profeminist pencerede yazmak istediğim yazının devamını getiriyim dedim olmadı. Ben de döndüm yeniden yuvaya...

Uzun süredir kalem oynatmıyorum. Şubatın başlarında yazdığım hikayenin devamını güzel bir şekilde getirdim. Şöyle baştan bir okudum da hiç fena değil. Bakın bunu diyebilmek bile fazlasıyla önemli. Ne olursa olsun isterse berbat, tamamlamak istiyorum. Yaratıcı işleri yaparken temel kural bu olmalı: Tamamlamak. Ortaya ne çıkacağını düşünmeden devam etmek. Çünkü her bir şeyi tamamlamadan ilerledikçe aklının bir köşesi o kurguda takılı kalıyor. Yeni kurguya o tamamlanmamış şey rahatsız edici bir şekilde yansıyor. Ben en azından buna karşı koyamıyorum. Aklıma koydum blog kısacası, o hikayeler tamamlanacak. ''Hikayeler'' biraz spoiler olmuş olabilir ayrıca :)

Bu tamamlanmamışla devam etmek bana yaşam hakkında da bir şeyler düşündürdü. Hikaye için kurgu tamamlama olan şey yaşam için ''döngü'' olarak düşünülebilir. Gerçekten düşününce öyle değil mi? Yaşamın her dönemi bir döngüden ibaret. Yaşadığın her neyse ve kaç yaşındaysan bu hemen hemen herkesin yaşayabileceği yaş getirilerinden ibaret. Fakat belirleyici olan şey sana ait olan faktörler. Günün sonunda sana ait olan faktörler ve benliğine dönüyorsun. Anlaşılmadıysa somutlaştırayım: Ergenlik dönemi bir döngü. Bu döngünün tamamlandığı süreçte kendimize dönüp kilidi vuramadığımızda o süreçte yaşananlar kaç yaşına gelirsek gelelim hayatımızın orta yerinde yansıyor. Vaktinde tamamlanmamış döngüler birleşerek bir tamamlanmamışlığın getirdiği suçluluk hissini ruhumuza düşürüyor. Bunu düşününce o duyguya sahip olduğumu hissettim blog. Belki çevresel faktörlerimden değil ama kendi karakterimden dolayı ben bu sağlıklı büyüme durumunu gerçekleştiremiyor olabilirim. Bu psikolojik bir tanı değil elbet sadece düşünce. Yalnız bu farkındalığın işe de yarayacağını düşünüyorum. Size travma gelen yaş aralığını yarım kalmış kopuk bir halka olarak hayal edin. O kopuk kısmı ne düzeltirdi? (Geçmişi değiştirme gibi süper gücümüz olmadığını hayal ederek düşünün) Bakın bu soru aklıma yeni geldi, kendimde bir yanıt arayacağım.

(''Ehliyet alma yaşları'' döngüsünü bitirmek için ilk adımı geçtim, direksiyon dersleri için bekliyorum. Haber edeyim dedim, unutmuşum :))

Bir (1) yıldır evdeyiz farkında mısınız? Tam bir yıldır günümüzün, haftalarımızın ve aylarımızın çoğu evde geçiyor. İlk karantinada kendimizi güvende ve huzurlu hissederken şu an süreç başkalaştı. Hayat dışarıda devam ediyor ama sen içerdesin. Kendine odaklanma şansın ''online''lık çılgınlığıyla elinden alınıyor. Her zaman müsait olman gereken, düzen baskısı altında hissettiğin bir yaşam formu evrimi geldi. Neydim değil ne olacağım nasıl geldi vurdu hakikaten ama. Bundan iki yıl önce maskeli yaşam deseler ihtimal vermezdik. Filmvari olabilecek her şey de sanat gibi yaşamın bir izdüşümü demek ki. Eyvah, o zaman sırada zombi istilası olabilir. (Bu konuda bayağı tecrübeliyim kulağıma heyecanlı bile geliyor -masaya üç kere tıklatma-)

İnsan hakları hukukunda geliştim blog. Hem bu ülke bunu bana mecbur etti hem de takip ettiğim eğitim ve yazılarla bunu gerçekleştirdim. Saha her zaman daha zorludur elbet ama püf noktaları edindiğimi söyleyebilirim. Bölüme girerken de idealim hep bu şekildeydi. Özellikle lgbti+ ve kadın hakları konusunda hak savunuculuğu yapmak istiyordum. Bunu yapabilmeye yaklaşmak düşününce güçlü hissettiriyor. Elimizde hala mekanizmalar var. Kendimizi savunabilecek kadar güçlüyüz. Emin olun yalnız da değiliz. Gündeme atıf yapıyorum bence anladın. Haberleri tekrarlayıp monoton bir cumartesi akşamı tadınız kaçsın istemiyorum. Gerçekleşecek blog. Bir gün dünya nasıl covidle bambaşka olduysa insanca yaşama taleplerinin gücüyle de bambaşka hale gelecek. Bu da diktacıların, kötülerin ve patriyarkanın covid gibi korkusu olacak :) 

Annemle Broadchurch adlı bir İngiliz dizisini bitirdik. Dünyanın her bucağının kadınlar ve çocuklar için nasıl yaşanılmaz hale getirilmeye çalışıldığına dair fikir sahibi oldurup sinirlerinizi hoplatabilecek tarzda bir dizi. Gerim gerim geriliyorsunuz, heyecanlanıyorsunuz fakat tüm bunlar gayet sakin bir atmosfer içinde gerçekleşiyor. Olivia Colman etkisi de var tabi, annem çok sevmese de ben bu kadının oyunculuğuna bayılıyorum. Bakın bu İngiltere cidden çok garip bir yer. Aslında hiç hayal edilen gibi değil. TERF tartışmaları da en şiddetli şekilde orada başladı, oysa bir yandan mahkemede İncil öpüyorlar, muhafazakar damarları güçlü...Ben Fransız wannabeliğinden devam etmeyi tercih ediyorum :'D

TERF de demişken konuşmadan geçemeyeceğim. Tartışmaları twitter hesabımdan sıkı bir şekilde takip edip fikirlerimi de beyan ediyorum (korka korka) Nasıl kan davasına dönüştü bu konu anlamış değilim. Fuhuş karşıtı kadınların Fransada-İspanyada uğradığı saldırılara, yani bildiğiniz fiziksel saldırdılar, veya TERF atfedilen kadınların maruz kaldığı mimleme çalışmalarına hiddetle karşıyım. 8 Martta feminist dediğiniz kişiler aleyhine pankart açmak sizi dümdüz bir kadın düşmanı yapar, lamı cimi yok. Diğer yandan sayısını kadın düşmanlığı yapan aktivistlere oranla daha az gördüğüm bir grup feminist kadının bazı ifadelerinden de oldukça rahatsız oldum, birkaçını takipten çıktım. Yalnız bu ifadelerin rahatsız ediciliği alelade bir erkeğin her gün kurduğu cümlelerin yanında hiçbir şey. Ben bu tip olaylarda kimin dediğini ve diyenin fiili etkilik derecesini de göz önünde bulunduruyorum. Mantıksızlık, ideolojik tartışmalarda en büyük çıkmaz, somut değerlendirmelere ihtiyacımız var. LGBTİQ+ ve Kadın hareketinin tek bir ortak düşmanı varken kocaman bir cephe savaşı açılması öylesine gereksiz bir enerji tüketimi ki...Saflarımız böyle dağıldıkça gelen şiddetin etkisi balyoz gibi hissedilecek. Yalnız bir gerçeklik var ki o da feminizmin artık kuir hegemonyasında olduğu. Bunu Feminist gece yürüyüşünden apaçık görebiliriz. Zannımca da feminizm bütün ezilenlerin anası olması gerekir gibi bir yükümlülüğü yok. Feminizm kadınlar için kadınların kurtuluşudur. Kadınlar kazanımlarını kayıplar vererek, acılar çekerek kazandı.  Bu Pride'ımız için de geçerli. Örneğin eşcinseller de kendi özgürlüklerini almadan gidip heteroseksüellerinin falanca derdini savunmak zorunda bırakılamaz. Olabildiğince basit ve temkinli konuştum farkındaysanız, anlaşıldı umarım. Eğer tartışmalara çok uzaksanız twitter arama kısmına ''TERF'' yazmanız yeterli; kolay gelsin.

***

Akşam üzeri yukardakileri yazıp bırakmışım. 

Günler de saatler de çok hızlı geçiyor. Hele hafta sonları herhangi faydalı bir aktivite yapamadan 15 saniye içinde bitiyor gibi. Bu takıklığım yüzünden saat kullanmasam mı diye bir fikir düştü aklıma. Sadece hafta sonunu saatsiz geçirmek en azından. Gerekli bir şey olursa sadece ona bakma izni olsun. (Tembelim ben galiba blog, kendime yol yapıyorum. *Anyway :')

Doğum günüme az kaldı. 21 Yaşına gireceğim. Eğer lisenin başında hatta 18 yaşında falan olsaydım bu yaşlarımı o kadar başka hayal ediyor olurdum ki...Şu ankiyle alakam yok o hayallerimdeki kişinin. Bu yıl biraz daha heyecanlı ve sürprizli geçsin diye evde bir şeyler yapmaya çalışacağız, kızlar da gelecek. AVM'de parti malzemesi satan bir mekan vardı gidip oradan fikir alacağım. Öyle işte blog. Karantina başlarken 19 yaşındaydım 5 Nisanda 21'e gireceğim. Nasıl gençlik ama(!)

Burada sonlandırayım. Nisan başında tekrar uğrarım diye planlıyorum.

Kendinize iyi davranın!

çav.

p.s yazı dilim paslandıysa affola.




pozitif bir kapanış

🧿







30 Ocak 2021 Cumartesi

Söylenmeler, Planlar ve Diğer Birtakım Şeyler ☕

 Ben geldim, evet biliyorum yine uzun bir aradan sonra.

Vizeler, finaller bitti şükür. Yorgunluğunu yeni yeni atıp kendime gelebiliyorum. Her zamanki gibi süreç bir mağduriyetle başladı. Normalde 3 hafta olan sınav haftası 1 haftaya kadar düşürülüp peş peşe sınavlar eklendi. Yazdık çizdik ama bir sonuç yok. Atanmış rektörler öğrenicinin halinden ancak bu kadar anlayabilir. Akademiyle alakasız birer memurlar sonuçta, ne emir veriyorsa onu yapabiliyorlar.

Gündemi görüyorsunuz değil mi? Yine nefret söylemleri, nefret suçuna teşvik başladı. Boğaziçi meselesi tam sadece bir ''boğaziçi'' meselesi olmuşken (bunu zannımca kendileri yaptı) her ötekinin ötekisi lgbti+lara saldırma fırsatı bulan gericiler ve işbirlikçileri yine sahneye teşrif etti. Bu ülkenin içişleri bakanı dahi buna dahil olup bir fiil nefret söyleminde bulundu. Bazen nerede ne için  mücadele ediyoruz diye soruyorum kendime. Savaşmadan yaşamak diye bir seçenek yok mu Ortadoğuda? Haklı olan kazanacak, ne zaman? Biz görebilecek miyiz? Ya da hepsi bir yanılsama mı? Başıma ağrılar girdi dün gece tüm bunları düşünürken. Küçük joe gündemi ''görünmez el'' olarak tanımlamıştı hiç unutmam. O görünmez el sakin sakin gün geçirip yogasını yapan bana laps diye bindi yine anlayacağın. Olsun yine gelsin yine def edelim. 

40 Günlük bir yoga serisine başladım. Toprak elementindeyim şu an. Çetin Çetintaş'ın ilgili videosundan yapıyorum. Yeni başlayanlara pek uygun değil ama daha önce yaptıysanız vücut 5-6 denemede açılıyor. Ben de yavaştan açılmaya başladım. Bazı günler üşeniyorum fakat şöyle bir şey var ki 40 gün aralıksız devam etmek zorundasınız yoksa en başa dönmeniz gerekir. 40 Günden sonra diğer elementlere geçiyorsunuz, sırasını unuttum. Tamamlamayı planlıyorum. Diyeti de beraberinde götürecektim, sınavlardan önce 2 hafta yapmıştım oysaki yalnız bu sefer 2 gün sürdü :'D Yemeyi seviyorum blog. Yemeyince veya bir şeyi yememeye zorlanınca mutsuz oluyorum. Sanırım bünyeyle ve uyku saatiyle de çok ilgili bu beslenme. Gece 5-6'da uyuyan biri nasıl gece bir şey yemeden dursun mesela? Veya internette yazan her bilgi benim vücuduma olacak mı? Diyetisyene gitmeyi de kendi bedenim için gereksiz buluyorum. Yine de aklımın bir köşesinde duruyor. Keşke sadece bu dertlerle haşır neşir olacağımız, bunları konuşacağımız bir yaşamımız olsa.

Yılı bir hayli kitaplı ve filmli kapatmıştım. Yeni yılın ilk ayı biterken de 10 film izlemişim bile. Kitap da yolda bitiyor, yan sütuna ekleyeceğim onları da. Digiturk bu aralar efsane filmler yayınlıyor. Gece mutlaka bakıyorum ve hep yeni, farklı ve kaliteli şeyler buluyorum. Mutlaka bakın eğer kullanıyorsanız. Bazen internetten bulmak zulüm olabiliyor. Örneğin o kadar çok gerilim/korku izlemişim ki şakasız bir şekilde izleyecek yeni bir tane, en azından sağlam, kalmamış. Çok arada derede çıkıyor. Televizyonda denk gelmek o yüzden daha rahat. Sanki radyodan şarkı dinlemek gibi, hep daha fazla zevk verir insana; özel gelir.

Kafeleri çok özledim. Arkadaşlarımla beraber bir kafede oturup tüm gün kahve içmek istiyorum. Arkada insan sesleri, yoldan geçen arabalar, bir yandan denizi izlemek, kibar garsonlar...sonrasında kordonda yürüyüş, sokak kedilerini köpeklerini sevmek, bir ara soluklanırken sokak müzisyenini dinlemek, çarşıdaki dükkanları hiçbir şey almayacağını bilmene rağmen kurcalamak, gün sonunda tatlı krizine girip bir mekanda son kez oturup tatlı bir şeyler yemek...hepsini özledim. Yine iyi bile dayandık bu şekilde. İlk karantina zamanları daha izoleydik. Yani herkes evdeydi ve ilk kez bu kadar dinlenme fırsatı bulmuştuk. Fakat şu an hayat devam ediyor, zenginler her türlü fırsattan yararlanıyor; diğer herkes evinde. Yaşam devam ederken yaşamdan dışlanıyormuşuz gibi hissediyorum. Bunun sınıfsal yönü daha derin ve gerçek tabii. Kapitalizm daha ne kadar leş bir şey olduğunu gösterebilir ki? Bir tarafta işini kaybettiği için sadaka gibi verilen paralarla geçinmeye çalışanlar diğer tarafta kayak tatilleri. Her şeyin meşru zeminini ''çalışmak, sektör'' gibi kelimelerle süslemezler mi bir de...Karantina önlemleri bile eşit uygulanmazken Hollanda gibi ülkelerde yaşanan önlemlere protestoyu hiç mantıksız bulmamaya başladım. Gördüğünüz gibi alışıyoruz her şeye rağmen. Evden de olsa yaşamlarımızı devam ettirmek, ''gelişmek'' için çabalıyoruz. Oyunu kurallarına göre oynamak böyle bir şey.

Tekrar Almanca çalışmaya başladım. Bu dil çok zor blog. Anlamasına anlıyorum tek tük, okuduklarımdan bir şeyler de çıkarabiliyorum ama writing bir zulüm. O kadar çok hatırlanması gereken kural var ki...Zaten ara verilen dile devam etmek bir dile en temelden başlamaktan çok daha zor oluyor. Kim bilir Japoncam ne alemde mesela. Hala okuyabiliyorum alfabeyi, az çok anlayabiliyorum ama eminim en başa geri sarmışımdır. Siz siz olun öğrendiğiniz dilin peşini bırakmayın, çok nankör oluyorlar. (friendly reminder diyelim bu paragrafa <3)

Yaz için planlarım var, covid el verirse gerçekleşecek gibi duruyor. Şimdilik detaylarını anlatmayayım olursa bahsederim. Hayat *normalleşse de planlarımızın önünde olan bin tane engelin yanına bir de virüs gibi gerçek bir engel eklenmese değil mi? Umarız!

Kendinize dikkat edin, araya açmamam için bana yazmayı unutmayın :')

çav.


Haftalar önceden.