6 Şubat 2022 Pazar

MUBI'den Seçme Film Önerileri

 Filmler hakkında konuşmayı özledim. 

Tatilin başlangıcında bir MUBI hesabı açtım, sonunda, aslında amacım ''Merhaba Canım'' belgeselini izlemek olsa da derya deniz Fransız sineması listesini görünce bir miktar delirip onu unuttum. Herkese hitap edeceğini düşünmesem de sinemaseverler için güzel filmler seçilmiş. Olayı tam bilmediğim için örneğin Rohmer'in her filmi var sanıp sevinmiştim ama katalog gibi listelenmiş olsalar da izlemeye açık olanlar daha az sayıda. Yine de elinin altında böyle bir arşivin olması güzel. Eğer overall nasıl bir platform olduğunu merak ediyorsanız rahatlıkla önerebilirim.

Şimdi Ocak ayında izlediğim ve izlemeye değer gördüklerimin listesine gelelim:


SHIVA BABY



Bu film hakkında biraz iddialı konuşacak olabilirim ama benim için mükemmeldi. Tam olarak bir filmden ne bekliyor ve almak istiyorsam bana onu verdi. Kurgu, çekimler ve oyunculuklar hani böyle güzel bir kitap okuduktan sonra gelen doyma hissi vardır ya, işte o hissi hatırlamamı sağladı.

Danielle üniversitede gender çalışan bir genç kadın. Sugar Daddy'si ile buluştuğu aynı gün ailesiyle bir cenaze törenine katılıyor. Aynı cenaze törenine oldukça eski bir kız arkadaşı ve karşılaşmayı hiç beklemediği biri daha katılıyor. O andan sonra tek mekanda Danielle'in hem ailesiyle, hem misafirlerle hem de kendiyle verdiği deyim yerindeyse amansız mücadeleyi izlemeye başlıyoruz.

Şunu belirtmeliyim ki film gerçekten anksiyete azdırıcı. Bebek ağlayışları, yeme bozukluğuna olan atıflar, tek mekanda sıkışık kalma durumu...İzlerken bir ara balkonda sigara molası verebilirsiniz. Bu gerçekliği katan kesinlikle yönetmenin başarısı diye düşünüyorum. Kadın bir yönetmen olmasına ekstra sevindim hem de kendisinin ilk uzun metraj yapımıymış. İsmini not ediyorum bundan sonraki işlerini havada kapacağım: Emma Seligman. (Wow bu arada, 26 yaşında kendisi. Müthiş.)

Film birçok açıdan bizim jenerasyona da hitap eden öğeler barındırıyor. Gender çalışmak, sugar daddy mevzusu, ex aşklarla beklenmedik durumlar, akraba baskısı...Hepsi zorlama olmayan, doğal akışında ilerleyen bir sentezle sunulmuş. Sen aşina olduğun şeylerin içinde kendini konumlandırırken aynı zamanda o relate olma hali sebebiyle aklından senaryolar yazma imkanı da buluyorsun. İşte doyurucu bir film olarak buna diyorum ben!


CIGARE AU MIEL



Kadın yönetmenlerden devam ediyoruz!

Öncelikle söylemeliyim ki bu filmi Letterboxd yorumlarına bakıp izlemek isterseniz bir miktar soğuyabilirsiniz. Fakat ben soğutan yorumları bertaraf etmek üzere yazacağım, bakalım.

Selma, entelektüel ailesiyle Pariste yaşan üniversite öğrencisi genç bir kadın. Ülkesinde radikal islamcı bir devrim yaşanırken biz Parisyen seküler bir ailenin kızının bu geleneksellik ve modernite arasında cinselliği-sevgiyi keşfedişini, anlamlandırmaya çalışmasını izliyoruz. Tam bu açıdan Kuzey Afrika-Ortadoğu coğrafyasının bize çok yakın olduğunu düşünüyorum. O doğu ile batı arasındaki çatışma en çok moderniteyi bir ucundan tutmaya çalışan genç nesilde hissediliyor. Değişim hegemoniktir, cinsellik de öyle. Gençlik devrim fitilini de bu keşfedişlerle birlikte yaşayarak yakmaya başlar. Yönetmenin Selma'nın hikayesiyle böyle bir bağ kurmaya çalıştığına inanıyorum.

Evet kabul, oldukça post kolonyal bir hava var. Örneğin Selma hiç de Cezayirliye benzemiyor, ailenin yaşayışı bayağı Fransız hatta onların Selma'ya görücü getirmesini falan izlerken garipsiyorsunuz. Yani evet sekülerizm geleneksellikten tamamen kopuş değil çünkü geleneksel olan her zaman ruhani değildir fakat kurgu bunu çiğ bir şekilde sunuyor. Bir türlü Selma'nın ailesiyle olan ilişkisine dair oturtulamayan şeyler var. Sanırım en çok bu açıdan kolonyal bakış hakim. Yani esmer tenlilerin en Avrupalı haliyle tanıtılması söz konusu. Türkiye'de yapılan filmlerde de buna rastladığımız için belki de garipsemedim.

Filmde bir cinsel saldırı sahnesi söz konusu. Bunun ne kadar gerekli olduğuna dair beni düşündürdü. Oldukça hassas olan bu sahnelerin kurguya kilit bir nokta katmadığı sürece ne kadar gerekli olduğuna ihtiyatla yaklaşırım. Şerh düşmek istedim.

Oyuncular arasında bizim Elio'nun annesi var! Kraliçe yine güzelliğini koruyor. En sevdiğim sahne de onun oldu. Cezayirde islamcıların kapattığı sokaktan türbansız haliyle korkmadan geçen kadın bir doktor olarak biz seküler Türkiyelilere gurur dolu bir an yaşatıyor şimdiden söyliyeyim, o kısa sahneyi iple çekin...


LE BONHEUR





Varda'nın ''Mutluluk'' isimli bu filmini izlemeyi hep erteliyordum. Platformda denk gelince artık izlemenin vakti diye düşündüm.

Varda'nın kurgularında hep bir rahatsız edicilik oluyor ve bunu o kendi sinema evreniyle birlikte sunarak bizi akışın içinde tutmayı da ustalıkla beceriyor. Bu filmde de tam olarak bu ona has becerisini göstermiş. İki tane kadın arasında mekik dokuyan ''mutlu'' aile babası bir erkeğin kadınlara bakışını izliyoruz. Feminist damarlar kasılıyor, her şeyin tatlı tatlı ilerleyişi höf dedirtiyor fakat bir şekilde izlemeye devam ediyorsunuz. Sona geldiğinizde ise bir soğuk su etkisi. Hiç tatmin edici değil. Sinematik olarak belki ama ahlaki olarak hayır. Bir şey seziyorsunuz her şeyi aslında rahatsız edici kılmış olan...baş harfi P son harfi A: Patriyarka. 



 LA FILLE SUELE




''Yalnız Bir Kızın'' bir günü. Aynı günde hem hamile olduğunu öğreniyor hem de yeni bir işe başlıyor. Bu gün içinde vermesi gereken kararlar ve çözmesi gereken problemler olacak. Konum yine ve yeniden Paris. 

Valerie karakterinin gizemli halleri ve her şeye rağmen devam eden o kararlılığı hatta tüm olumsuzluklara rağmen kıkırdayışları tüm hikayeyi taşıyan şey olmuş. Bayılmasanız da onun için izliyorsunuz. Karakterle bir şekilde bağ kurup o günün nasıl biteceğine dair bir endişe taşıyorsunuz. 

Sonu beni tatmin etmedi yalnız. Çok ani, çok ileri ve baştaki kurgudan bağımsız kalmış. Hikaye temposunu bozan kesin bitişleri sevmiyorum. Sanırım konu filmler olduğunda oldukça postmodern beklentiler içine giriyorum. 




BENEDETTA


''Günahsız Rahibeler'' filmini küçük yaşlarda izlemiştim. O zamandan kalan bir etkiyle rahibelerin yaşamına dair filmlere karşı bir merakım var.

Benedetta 10 yaşındayken bir manastıra para karşılığı ''İsa'nın gelini'' olmak üzere verilen küçük bir kız. Yıllar sonra ise İsa'dan gelen işaretlerle ve hayatına katılan bir kadınla yaşadığı ilişkiyle bambaşka bir insan olduğunu keşfediyor. 

Homoseksüel film türünde olması izlememe neden oldu elbet. Dini baskının altında yaşanan bir lezbiyen aşkı görmeyi umuyordum. Fakat yönetmen aşktan çok homoerotizm vermiş. Erkek bir yönetmen olarak lezbiyenliği böyle yansıtması düşündürmedi değil. Onun dışında dönemin ruhu kostümlerle, ambiyansla yansıtılsa da filmlerden edindiğim tarih bilgisiyle bile bir manastırda bu derece serbest olunamayacağını ya da işlerin öyle hemen değişemeyeceğini söyleyebilirim.

Bu eleştirileri belirtmekle beraber izlenilmeyecek kadar kötü bir yapım olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir beklenti içine girmeden şans verebilirsiniz. 


Öyleyse şimdiden:

İyi Seyirler

ve

çav.


1 yorum:

  1. Anıl mERHABA,

    Patriyarkanın sözlük anlamı ataerkillik. Sen bu kelimeyi nasıl yorumluyorsun merak ettim, ben bir türlü oturtamadım patriyarkanın anlamını. cÜMLE İÇİNDE KULLAN DESEN KULLANAMAM.

    YanıtlaSil