25 Eylül 2018 Salı

Ihlamur Etkisi ve Hisler


Bugün hava kışın habercisi gibi kapalı ve soğuk.Hasta olduğum için okula gidemedim bu yüzden biraz da şanslı hissediyorum.Evde öylece oturup hiçbir şey yapmamak için geçerli bir sebebim var.



Yazmaya zaman bulamadım ve bu beni sinir ediyor.Blog yazmaya aşırı hevesli olduğum günlerde mutlaka bir iş çıkıyor ya da üşeniyorum.Daha çok üşeniyorum çünkü gün boyu okul,dershane ve evde ders çalışmak derken ekstra bir şey yapmaya zamanım olsa da enerjim olmuyor.Bütün yılın daha da yoğunlaşarak böyle geçecek olmasına alışmaya başladım.Meşguliyet bir anlamda iyidir de diyorum,aptalca kuruntulara ve yersiz endişelere izin vermez.Umarım vermeyecek.

Ihlamur içiyorum ve sonbahar playlist'i dinliyorum.Youtube'daki bir iki saatlik klasik müzik çalma listelerine takmış durumdayım.Özellikle ders çalışırken öyle iyi geliyor ki...Favorim bu aralar Mozart ama genele vurursam Vivaldi.Ne güzel ve eşsiz ruhlar bu sanatçılar.Yıllar geçti eskimediler,hala kalplere dokunmaya devam ediyorlar.Hala sevildiklerini,hayran kalındıklarını bilmelerini isterdim,belki biliyorlardır da...


(Faulkner - Ballade'ye bayıldım.)



Ders çalışırken daha çok bunu dinliyorum.

Bir şey hakkında düşünmek ya da hayal kurmak bağımlılık gibi.Takıldığım zaman takılıyorum ve unutabilmem,o şeyi düşünmekten kendimi alıkoyabilmem uzun zaman alıyor.Her şeyim çözümlensin,her şey tam olarak istediğim gibi olsun istiyorum.En küçük aksaklık bütün yaşamı dayanılmaz görmemi sağlıyor.Kendimi dünyanın en suçlu ve işe yaramaz kişisi gibi hissediyorum.Aynaya baktığımda memnun olmuyorum.Kusurlarımı aşılmaz gibi görüyorum.Bu düşünce girdaplarına defalarca kez girip çıkıyorum.Her sabah daha farklı olacakmış gibi gelirken saatler ilerleyince işler değişiyor.İki haftadan sonra tekrar daha iyiyim.Aslında düşünmek sağlıklı bir eylem fakat insanların bencil,kaba ve hoşgörüsüz olduğu yerlerde sizin fazla düşünceli olmanız yaşamınızın içine etmekten başka bir işe yaramıyor.

İnsana kendinden başka kimse yardım edemez.Bunun yalnız olmayla da bir ilgisi yok.Tamamen yalnızlık hissiyle ilgili bir şey.Dünyanın en iyi ruh bilimcisi bile olsanız kendiniz hakkında aşamadığınız ruhsal problemleriniz illa ki olacak.İnsan olmanın kuralı da bu bir anlamda.Sürekli bir yalnızlık hissi ve yalnız bir dönüş.Dünyayı bir sistem olarak düşününce işler çok daha berrak ve tartışılabilir oluyor.

Sınav senem için kendime çok büyük bir söz verdim,daha doğrusu neden bu sınavı istediğim şekilde kazanmam gerektiğini keşfettim.Okul yoluna servisle yaklaşırken yaşandı bu keşif.Bir anda kelimeler kafamda cümleler oluşturmaya başladı ve gerçekten neden çalışmam gerektiğini anladım.Birkaç gün bunu düşündükten sonra kalem kağıttan bıkmamdan olsa gerek telefonuma paragraf dolusu bir günlük yazdım.Kendime bu sözü vermek ve kanıtlamak için elimden gelen edebiliği kullandım.Şaşırtıcı bir şekilde sabah,öğlen ve akşamüstü okuyunca da aynı şeylere onay verdiğimi hissettim.Yani yazdıklarım saçma falan değildi,gerçekten hissettiğim ve istediklerimdi.

Ne olduğundan bahsetmeyeceğim çünkü altından kalkamayacağım şeyler söylemekten nefret ederim.Gerçi bu her insanın hayatı için amaçladığı bir şey olabilir.Olsun.Bazen bazı şeyler kişinin içinde kalmalı.Paylaşınca değerinin kaybolmasından korkuyorum çünkü...her neyse.

Bizimkilerle geçen haftalarda dışarı çıktık.O kadar zaman geçmiş gibi hissediyorum ki yazmayalı,bir şeyler paylaşmayalı...


Kordon yürüyüşleri,dostlar,serin havalar,kafeler ve doğadan estetik görüntüler.Sonbahar.


Yine İran sinemasından çok başarılı bir film izledim.Bu seferki bir korku filmi.İsmi ''Under the Shadow''.Çok fazla korku filmi izlemiş biri olarak yer yer fazlasıyla irkildim.Fakat sona doğru aslında filmin size ne mesaj vermeye çalıştığını anlıyorsunuz.Korku yönetimi,kadın ve savaş temaları çok çarpıcı bir şekilde işlenmiş.Özellikle bizlere daha da fazla ürkütücü gelebilir.

Sabah da televizyonda ''If...'' isimli 68 yapımı bir İngiliz filmine denk geldim.Sıkı kuralların olduğu bir okulda bir grup öğrencinin baş kaldırışını anlatıyor.Allahtan yeni başlamıştı da izlemeye devam ettim.Aksi taktirde filmleri ortadan izlemeyi sinir bozucu buluyorum.İşleniş ve oyunculuklar çok güzeldi.İngiliz aksanını dinlemesi bile hoş zannımca.Okulda yapılan zorbalıklar asabınızı bozsa da son sahneye kadar dayanın derim :)

Günler monoton ilerlerken kendime söz geçirmeyi,sabrı ve azmi öğrenmeye çalışıyorum.En azından kendimin neleri aşabildiğini unutmamaya çalışıyorum çünkü hiç kimse sizin neleri başardığınızı anlamak istemeyecek,sonuçta ne yaptığınız en önemli kısım olarak kalacak.

Herkese huzurlu haftalar ve özgüvenli işler diliyorum.


🍂☕🍂☕🍂☕🍂













5 Eylül 2018 Çarşamba

Sonbahar,Özlediğim Sohbetler ve Planlar ☕


Tamam sakinim.

Bu yazıyı iki gündür yazmayı deniyorum,şimdi de 3. kez yazıyorum.Az önce tekrar bütün sayfa saçma sapan bir şekilde silindi.Tekrar olursa pes edeceğim.İçimdekileri döküp döküp tekrar doldurmak zorunda kaldım.Aynı kıvamda olmayacak ama pes edesim yok,huh tekrar yazıyorum,om.

Sonbahar geldi.Havalar hala ölümüne sıcak olsa da sonbahar atmosferini hissetmeye başladım.Yapraklar yavaş yavaş dökülmeye,sararmaya başladı.Şehir daha sakin.İnsanlar işlerine odaklanmaya çalışıyor.Sonbahar melankolisini de birlikte getirdi bana,sağlam bu sefer.İtiraf etmem gerekirse bazen melankoli derinden derine mutlu ediyor.Çünkü daha iyi yazabiliyorum ve birçok şey hakkında farkındalığım artıyor.Günlüğe mutsuz hissederken döktüğüm cümleler sonrasında okuduğumda beni iyileştiriyor.Kendimi anlamış,bir şeyleri aşmış gibi hissediyorum.Bu sefer öyle de değil işte,dümdüzüm.
Ders çalışma temposunu yavaş yavaş arttırmaya ve buna alışmaya başladım.Özellikle geçen hafta oldukça verimli geçti.Bir şeyleri yapmak için değil de verim almak için yapınca her şey daha akıcı oluyor.Sevmediğim mat-2'den üşenmeden sağlam bir konu tekrarı yaptım mesela (Matematikte mantığımı daha fazla kullanabildiğim konuları seviyorum.Soru tipi ezberlemeyi ya da formül ezberlemeyi değil.) Yapılamayan konulara odaklanmak bu işin püf noktası.Aynı zamanda en zor noktası da sanırım.İnsan sevmediği şeyleri yapınca istemsizce mayışıyor.Direnmenin tek yolu işe yaradığını hissedecek bir şeyler.Mesela saat tutarak çalışmak benim işime yaradı.Forest uygulamasıyla çalışınca ne kadar saat boyunca verimli kalabildiğimi fark ettim.Mutlaka öneriyorum,özellikle hoşlanmadığınız dersleri çalışırken direkt görebileceğiniz bir saatiniz olsun.Ne kadar odaklanabildiğinizi bilmek bir sonrakine arttırmak için daha motive olmanızı sağlayacaktır.On dakikaysa on dakikadan başlayın.Önemli olan o on dakikadan bir saate çıkabilmek.Bir saate geldikten sonra da üç,dört diye devam etmek.Verim dediğimiz şey üstüne koyarak artıyormuş,çoğumuzun denediği gibi çullanarak değil :')


Yeni bir gelişmem var.Telefon aldım.En son ne zaman studyblr temalı fotoğraf paylaştım hatırlamıyorum.Artık paylaşabileceğim.Estetik fotoğrafları görmenin ve çekmenin hastasıyım.Küçük mutluluklar hayatın köşe taşları gibi.Tam mutlu olmak diye bir şey asla yok,o sadece bir şükür cümlesi olabilir.Ben de artık mutlu olma hissi için kendimi daha çok yıpratmayacağım,hayat böyleyse böyle.Şu an 4. Kez silinen yazıyı Word’de devam ettirsem,sinirim altüst olsa bile böyle.Şansım da böyle,ee ben de böyleyim.(Yazı tipi ve düzen için kusuruma bakmayın.)
🍂🍂🍂

🍂🍂🍂


7/24 Müzik dinlemek istiyorum şu sıralar.Sesi daha güzel olan insanların benim adıma bir şeyler hakkında isyan etmesi,konuşması,duygularıma tercüman olması öyle güvende hissettiriyor ki…Sağlam bir keşif yaptım.La Femme adında bir grup.Fransız.Bakın Fransızcaya sevgim artık durdurulamıyor,şimdi de müziklerine sardım.Ülkeler dünyaya dillerini yaymak için evrensel değerleri gayet güzel kullanabilirin somut bir örneğiyim.İtalyanca filmden sonra İtalyanca,Fransızca filmden sonra Fransızca öğrenmeye heves edebiliyorum.İkisi aklımda,olacak!

La Femme - Ou Va Le Monde


Ne zamandır film muhabbeti de yapmıyorum değil mi??? Bunu fena halde özledim.Şimdi gevezelik yapayım biraz :)

Conte D’ete’den bahsetmemişim.Aslında izleyeli epey oldu ama hakkında bir şeyler yazasım var.Bir Fransız filmi,evet! Yazlıkta eski aşkını bekleyen bir çocuğun bu sırada yaşadığı flörtleri ve arkadaşlıkları anlatıyor.Eski bir yapım oluşundan her sahne ayrı bir ilgi çekici.Fransanın sahil yaşamı çok güzel ve huzurlu.Fakat başroldeki çocuk eminim sizin de sinirlerinizi bozacak.Aşkını ilan edip söz vermediği kimse kalmadı film boyunca.Zaten büyük bir olay da yok.Her sahne bir kız ve çocuğun yürüyüşünü,sohbetini konu alıyor.Son sahneye kadar kapatmamak için zor durabilirsiniz ama bana kalırsa bekleyin.Sonu içten içe gerici,merak uyandırıcı ve bana kalırsa etkileyiciydi.Monoton filmlerden hoşlanırım diyorsanız direkt izleyin zaten…Türkçesi ‘’Yaz Filmi’’ ve farklı konularda seri şeklinde devam ettiğini gördüm.Her mevsimin bir filmi.Kapıldığına üzüldüğüm bir fikir.Sonbaharınkini de mutlaka izleyeceğim.

Filmden,bir denizci şarkısı.


Bayram tatilinde bir anime bitirdim! Evet sonunda bir animeyi bitirebildim! 12 Bölümlük dramatik bir romantik komedi,adı: Soredemo Sekai wa Utsukushii.On üç yaşında bir kral ve yaşça büyük kraliçenin yaşamını konu ediyor.Farklı bir evrende başlarda yadırgayacağınız bir aşk hikayesi.Hatta aşktan öte bir sevginin hikayesi.Gerçek yaşamda da bu yaşta tahta çıkan kralların eşleri yaşıtları mı oluyordu? Ya da krallar yaşıt kadınlarla mı evlendiriliyordu? Hayır.Bu gerçeklerin sanal bir anime aleminde olmasına rağmen her şeyi vıcık vıcık aşka bağlayan yüzeysel insanların saçma yorumlarını gördüm.Anime aslında aşk falan anlatmıyor bile.Kimsesiz kalmış bir çocuğun evlenmek durumunda olduğu kadın sayesinde aile kavramını nasıl keşfettiğine değiniliyor.

Animenin müzikleri de oldukça güzel.Kraliçenin yağmur yağdırırken söylediği (inanmıyorum şu an gök gürledi awwww) şarkı çoook güzel.Mutlaka dinleyin,şu sıcakları defetmek için birkaç defa dinleseniz de olur!


IT'S A TENDER RAIN!


Krallardan kraliçelerden bahsetmişken gelelim en son izlediğim filme: Marie Antoniette.Fransız devriminden önceki son kraliçenin yaşamını izliyoruz.Avrupalı bir kurgunun Amerikan bir yorumuyla.Bu karışıma bayılmasam da sevdim.

Marie Antoniette ‘’ekmek yoksa pasta yesinler’’ dendiği söylentisiyle tanınan bir kraliçe.Araştırdığım ve filmde gördüğüm kadarıyla aslında böyle bir söz söylememiş.Devrimciler bir çıkar noktası bulmak,halkı galyana getirmek için bu sözü kraliçe adına uydurup manşetlere taşımış.Her iki ihtimali de olabilir görüyorum ama demediğine inanıyorum şu an.On dört yaşında saraya ülkesinin çıkarları için getirilen bir kadına suç atmak çok zor mu? Hele öyle bir dönemde,bir kadına? Hayır hiç değil.Şimdi bile çamur at izi kalsın diye bir olay var.Her dönem işe yaramış.

Stefan Zweig’in Marie Antoniette hakkında bir biyografisi varmış,hiç bilmiyordum.Ekşi’den bulduğum şöyle bir kesitini paylaşayım:

"Marie Antoinette ne hanedanın çizmeye çalıştığı gibi kutsal bir ilahi bir varlık,ne de ihtilalcilerin savunduğu gibi düşkün bir kadın değildi. Marie Antoinette,sıradan bir insandı. Bugün yaşayan ve yarın yaşayacak kadınlardan farklı değildi.Ne şeytani düşünceleri ne de kahramanlık duyguları vardı. Sözün kısası bir trajedi kahramanına benzemiyordu

Doğuştan kahraman olmayan insanın çektiği acının derecesi soylu bir kahramanın acısından daha az değildir. Hatta belki de daha ağırdır.Çünkü sıradan bir insanın bunu tek başına çekmeye gücü yoktur.

Sıradan birisi;Marie Antoinette kaderin kurbanı olarak kahraman olmanın en güzel örneğini verir."

Yarın tatile gideceğiz.Önce,tatile gidersem düzenin bozulacağını düşündüğüm için istemedim ama sonra bu tatilin yılın son dinlenmesi olacağını hatırlayınca canı gönülden gitmek istedim.Tatilde dinlenmek,yüzmek ve ders çalışabilmek istiyorum.Sürekli aktivetinin olduğu tatilleri tercih etsem de bu sefer dinlenmeye bakacağım.Zamana uymaya çalışmak yerine zamanı kendime uyduracağım.Kasmamayı deneceğim,birçok şeyi düşünmemeye çalışacağım.Kendime en azından bunun için bir şans tanıyacağım.

Dördüncü kez yazdığım bu yazı artık unutulmazlar arasında,oldukça değerli.Azmim için kendimi tebrik ediyorum! Bir aksilik çıkmadan yayınlansın artık.

Sonbaharın hepimize huzur getirmesi dileğiyle,

Çav.