9 Nisan 2020 Perşembe

İnsan Hakları Adına Bir Yazı: HOMOFOBİ


Netflixte AŞK101 İsimli bir dizide Osman isimli lgbti+ bir karakterin olacağı açıklanmasından sonra daha çok siyasal islamcı gruplar tarafından büyük bir nefret kampanyası başladı.Lgbti+'lar teröristlerle bir tutuldu,aklı hayale sığmayacak iddialarda bulunuldu.

Cahillikle kötülüğün karıştırıldığını düşünüyorum.Bir grup insandan sırf varoluşundan sahip olduğu (ki varoluşsal da olmayabilir) ırk,cinsiyet,cinsel yönelim veyahut başka bir özelliği için nefret etmek cehalet değil kötülüktür.İnternet çağındaki cehaletle eski çağlardaki cehalet bambaşka şeyler.Bugün elinin altındaki telefonuyla twitter'a girip nefret söyleminde bulunabilen homofobikler bu aygıtlarını lgbti+'nın ne olduğu konusunda araştırma yapmak adına da kullanabilir.Nefret etmeyi,ötekileştirmeye katkı sağlamayı tercih eden insanlar dümdüz ''kötüdür''.Öncelikle onların kötülüklerini ''cehalet'' kelimesiyle yumuşatmaktan vazgeçmeliyiz.Onların cehaleti araştırmamakta,öğrenmeyi reddetmekte,nefret etme konusuna girdikleri an bu onların cehaletinden değil kötülüğündendir.

Bloğumu ilk açtığım günden itibaren yan sütunda ''cinsiyetçiliğe ve homofobiye yer yok!'' diye bir logo koydum.Bulunduğumuz her ortamın buna dijital olanlar da dahil kapsayıcı olması gerektiğine inanıyorum.Lafa gelince siyaseten *biriz diyen seçmen grupları konu lgbti+ haklarına gelince çok güzel bir şekilde ayrımcılık yapmayı biliyor.Öyle bir ''biz'' olamaz.Siz varsınız ve sizin dışladıklarınız var,artık bunu kabul etmenizin zamanı geldi;en azından böylesi çok daha dürüst olur.

Siyasal islamcılar bu nefret grubunun başını çekse de her siyasi partinin ve oluşumunun kendi içinde sorgulama yapması lazım.Bundan önce kabul etmemiz gereken bir husus var: İnsan hakları.Cinsel yönelim eşitliği bir insan hakkı gereği olduğuna göre bulunduğumuz toplumun geleneğiymiş,örfüymüş,yaşayışıymış her türlü şey hukuken insan haklarının üstünlüğünün yanında önemini kaybeder.Neden hırsızlığı yasaklıyoruz? Çünkü yanlış olduğunu düşünüyoruz,yanlışlığını biliyoruz.Eğer bir gelenekte hırsızlık olsaydı ki bu gelenek en anlamsız şeyler dahi olabilir,hırsızlık yapar mıydınız? Ya da her geleneğimiz ya da örfümüz bugünlere ulaştı mı? Kaç tanesiyle yaşıyorsunuz? Yoksa işinize gelenlerle mi barışıksınız? Çünkü sizin de işinize gelmeyecek birçok gelenek sayıp dayatmak isteyebilirim.Öylese bu ''genel ahlak'' kimin ahlakı? neyin ahlakı? Kurallar ve etik sağlıklı bir düzen için vardır fakat genel bir ahlak kendi içinde bile tanımalanamdığından kendi kendini çürüten bir kavramdır.Kendinizi ahlaklı hissediyor olabilirsiniz ama sizi direkt ahlaksız çıkartacak bir kişi bulabilirim.Ya da size göre ahlaksız gelecek bir kişiyle tanıştırabilirim.Bu işte bu kadar pamuk ipliğinde ve temelsiz.

Nefret söylemleri bir düşünce özgürlüğü de olamaz.Çünkü nefret öncelikle bir düşünce değildir.Ona nefret diyoruz çünkü içinde ''kötü'' dediğimiz duygular barındıran zarar verici unsurlar mevcut.Eşcinsellik hakkında bir düşünceniz,merakınız veya yargınız olabilir.Fakat kustuğunuz bir nefretiniz olduğu noktada bu düşünce olmaktan çıkıp bir insan hakları suçu olmaya girer ki insan hakları öyle kapsayıcı ve eşitlikçi sizin gibi nefret kusan insanların haklarını dahi somut adaleti tecelli ettiren hakkaniyetle korur.

Tahmin edecek olursunuz ki lgbti+ nefreti konusu temelini dini dayanaklardan almaya çalışıyor.Velev ki tüm lgbti+lar dinler tarafından lanetlenmiş olsun ki dini yorumdan yoruma değişen birçok şey var.Velev ki hepsi cehenneme gidip yanacak olsun.Burada gerçekten inanan insanı rahatsız eden şey o insanlara olan üzüntüsü müdür (ne haddine!) yoksa hali hazırda dışlanmış olanı ezme zevki iç güdüsü müdür? Bence ikincisi.Bugün fobik ve eril olan adaletimizin tam tersi olduğunu düşünelim.Homofobiye 0 imtiyaz olduğunu hayal edelim.Sizce o nefret kusanlar tweet atarken aynı rahatlıkta olup terör örgütü olmakla dahi suçlayabilecek miydi? Hiç sanmıyorum.Cezalar kişileri cezalandırmak öte yanlışlıkların sınırını çizmek için de vardır.Üstten bu yanlışlığın sınırları net bir şekilde çizilmiyorsa homofobiklik yapmanın nasıl bir caydırıcılığı olabilir? Bu değişimi bizim gibi toplumlarda tabandan çok tavandan da beklemek gerektiğine inanıyorum ki Türkiye tarihinde yapılan birçok ilerici devrim tavandan gelmiştir.Tabii bu demek değildir ki tabandaki mücadele sona ersin,hayır ermeyecek.Haklar aynı zamanda bir kazanım olacak.

Nefret kusanlara inat sevgiyi ve eşitliği savunanlar olacak.Ezileni ezmeye gönül vermişlere karşı insan haklarını bıkmadan usanmadan tekrar edecekler olacak.Tüm değişimler büyük rahatsız oluşlarla ve zulümlerle başlamıştır.Bugün Türkiye'de ''zulme'' uğradığını söyleyen kesimin nasıl iktidara geldiğini hep beraber izledik.Yarın zulme uğratılan lgbti+'nın haklarına ulaşamayacağını nereden biliyorsunuz? İnsan hakları mücadelesinde istisna yoktur.İnsan hakları mücadelesinde istisnalar kaideyi bozar.Ya hep beraber özgür,eşit,adaletli bir şekilde yaşıyor oluruz ya da bu birimiz için bile yoksa böyle bir şeyden söz edemeyiz.








5 Nisan 2020 Pazar

20 🍰 // Kendime Notlar


10'lu yaşları bu sabah itibariyle bitirmiş oldum! Doğum günü yazılarını eskisi kadar şevkle yazmıyorum ama bu kulağa bir özel geliyor.Sonuçta yirmilerin en başındayım,geriye dönük okuyacağım bir şeyler kalmalı :')

Bugün bir plan yok malum.Keşke eğlenceli bir şeyler yapabilseydik dışarda.Evde sıkılmıyorum fakat doğum günlerini severim ve kutlamak isterim.Neyse artık en azından güvendeyiz,şu anki tek derdim bu olsun :'D

Geriye dönüp bakınca genç yaşta birçok şey yaptığımı fark ettim.Aslında maddi-manevi birçok şeyin üstesinden gelmişim.Yalnız insan o durumların içindeyken neler yapabildiğinin farkına varmıyor.Böyle büyüdükçe aydınlanıyorsunuz.Eminim bugünleri de diğer bir doğum günü yazısında öyle anacağım.16'dan sonraki yaşlar benim için fazlasıyla zorlu ve yoğundu.Sınav stresi,ikili ilişkiler,arkadaşlar,yeni bir ortam,tadımı fazlasıyla kaçıran ve maruz kalmak zorunda kaldığım insanlar...derken 20'ye soluk soluğa ulaşmış gibi oldum.Geçmişte bana travma olmuş şeyleri şu anda daha olgun bir şekilde karşılıyorum.Buradaki kilit nokta artık aynı kişi olmadığımızı kendimize kabul ettirmek.''Evet,o Anıl bunları yaşadı onun için üzül ama şu an o sen değilsin;kişiselleştirme.'' Kilidi açan anahtar cümle de bu.Yalnız her defasında açamıyor işte.Biraz zorlamak,çabalamak lazım.Zaman bu yüzden her şeyin ilacı deniyor.

Bu yaşımdan da beklentilerim var.Hatta bu sefer daha büyük beklentiler.Öncelikle şu virüs illeti son bulsun istiyorum diğer herkes gibi.Sonra kendi merceğimden hayatıma dönüyorum.

*Üniversiteye dönünce kendi evime çıkmak istiyorum.Bir evi idare etmek,daha fazla yemek öğrenmek ve sorumluluklarımı paniklemeden çözebilmek istiyorum.

*Daha çok kitap ve hukuk hakkında güncel makaleler okumaya başlamak istiyorum.Aynı zamanda film kültürümü geliştirmeye hız kezmeden devam etmek istiyorum.

*İnsan ilişkilerinde bana verilen değer kadar değer vermek istiyorum.Ne fazlası ne de azı.

*Bedenimi ve kendimi daha fazla sevip en önemlisi daha fazla takdir etmek istiyorum.Bana ait her şeyin anlamının bende olduğunun bilincinden çıkmamak istiyorum.

*Üşenmeden yaşamak istiyorum.Üşenmediğimde yapabildiklerimin farkında olmak istiyorum.

*Daha az öfkelenmek istiyorum.Deneyimlerimin öfkemi dizginlemesini sağlamak istiyorum.

*Sempozyum gibi konuşmacılı etkinliklere katılıp alanım hakkında insanlar dinlemek istiyorum.

*Mutlu olmak istiyorum fakat her şeyden bağımsız bir mutluluk.Her şeyin berbat olduğunu hissettiğimde bile var olduğum ve neler yapabileceğime dair bir mutlu olmak istiyorum.

Hayatımın geneline ait istekler oldu biraz da.Önceki planlarımdan çok daha farklı ve genelleyici olduğuna eminim.Fakat hayattaki her şey birbiriyle öyle ilintili ki siz bir ilmeği attığınızda hop biri elinizden kaçıveriyor.O yüzden her şeyi aynı anda istemekte bir aç gözlülük olduğunu düşünmüyorum.Bir şeyleri çok istemeye hakkımız var.Ben de her bir maddeyi çoook istiyorum ve bu yazıyı tekrar okursam da kendime söylüyorum ki: Lütfen 20'li yaşlarını 30'lu yaşlarına geldiğinde kendini takdir edip gülümseyerek  bakabileceğin şekilde yaşa! İlla ki olumsuzluklar olacak fakat bunların hiçbiri senin vizyonundan bir şey eksiltemesin.Kötü günler kötü bir hayat demek değil.Üstlerine basıp basıp geç.Daha önce yaptığın şeyleri unutma.O da sendin.

***

***




3 Nisan 2020 Cuma

Farklı Duygular,Kitaplar,Filmler ve Şiirlerim ☕


Günlerin hiçbir anlamı kalmamış gibi.Saatler de keza öyle.Her gün birbirinin aynısı.Ekstra dışarıda yaşanan bir plan olmayınca insan her şeyiyle kendi içine dönüyor.Ailesine,hayatına,benliğine...sevmedim desem bu olayı yalan söylemiş olurum.Belki de herkesin böyle bir soluklanmaya ihtiyacı vardı.Yenilenmeye başladığıma artık eminim.Her açıdan hem de.Mutluyum bu yüzden blog.

Son okuduğum kitap ve terapistim bana mental açıdan çok iyi geldi.Farklı düşünmeye başladım ve bunu zorlayarak yapmıyorum.İçimden geliyor,o olaya öyle değil böyle bakacağım diyorum ve bakıyorum.Formül şu aslında: Bugüne kadar ne yapıyorsan tam tersini yap.Normalde şu olay yaşandığında ani bir tepki verir kızar mıydın? Kızma.O olaya sesini çıkarmaz kabul mü ederdin? Etme.Kendine karşı bir *çelınç gibi hayal edebilirsin.İyi hissettim bu yüzden.Daha önce yapmaya çekindiğim şeyleri denedim mesela şu iki haftada.Babamla araba sürmeye başladım.Beklediğimden çoook daha kolay bir şeymiş.Hatta fazlasıyla basit geldi desem abartmış olmam.Sadece acemi olduğum için dönüşler vs. gibi teknik olaylar zorluyor.Bir de şu debriyaj...midem bulanıyor her dur kalkta.Fakat kolay çözeceğe benziyorum,bu konuda kendime güvenim tam.Bir de yemek yaptım ilk kez blog! Aslında mutfakta anneme yardım ederdim ama hep basit şeyler.Sofrayı kurma,bulaşık dizme vs. Bu sefer bildiğin yemek yaptım! Anasınıfında patates baskı yapıp eve anneme göstermeye gelmiş gibi mutluydum.Barbunya ve meyhane pilavı yaptım.Çünkü en sevdiğim iki yemek :') Onlar da beklediğimden kolay çıktı.Sulu yemek yapmak hamur işlerinden daha keyifli.Böyle karıştırıyorsun bir şeyleri ve bir şey çıkıyor.Aslında mutfak çok matematiksel ve kimya bilgisi falan gerekiyor.Keyif aldım ki hiç sevmezdim mutfakta bir şeyler hazırlamayı falan.Eve çıkmadan önce aile evinde böyle böyle denemeler yaparak hazır olmak istiyorum.Onun dışındaki ev işlerini zaten herkes kadar beceriyorum.

Dehşet güzel iki film izledim fakat onlara gelmeden okuduğum kitaptan bahsedeyim.Ursula'nın ''Karanlığın Sol Eli''ni okuyorum.Bu kitabı da yaptıklarımın tersini yapma adına aldım.Aslında bilim kurgu okumam yani uzun zamandır okumadım desem daha doğru olur.Fakat bir tık özlediğimi hissettim.Sanırım biraz da bu dünyadan daha da bir uzaklaşmak istedim.Aynı zaman da Amerikan Edebiyatına karşı da ön yargılıydım.Dilleri bana biraz yavan geliyordu.Böyle akmıyor sanki anlatımları.Ursula bu iki tabumu da parçaladı.Kitapta miss gibi bir kurgu ve akış var.Sadece ben bilim kurguyla haşır neşir olmadığımdan fazlasıyla yabancı öge aklımı karıştırıyor.Kitabın konusu herkesin çift cinsiyetli olduğu Kış adlı bir gezegende geçiyor.İktidar,krallık,cinsiyet,aşk,sınıf gibi birçok tema bizden çok farklı bir evrende işlenmiş.Aslında bir tık ütopya gibi.Fakat Ursula bilim kurgunun yalnızca kurgu uğruna olduğunu,bir ders verme veya sorumluluk alma zorunluluğunun olmadığını söylüyor ön sözünde.Ayrı bir yazısını yazarsam bu sözlere daha fazla değinirim çünkü çok şey düşündürdü ve hoşuma gitti.

Filmlerden bahsederken bile heyecanlandım çünkü özlemişim böyle kurgularla tanışmayı.İlki Agnes Varga'nın Vagabond'u.Bu yönetmeni vefat ettikten sonra feminist sayfalar aracılığıyla tanıdım.Film otostop çekerek gezen bir kadının ölü bulunmasıyla başlıyor ve film boyunca bu kadının o ölüme gitmeden önce yaşadıklarını,onunla tanışanların ifadelerini dinliyoruz.Filmin Türkçe adı ''Yersiz Yurtsuz'' tam olarak da bu tabirdeki gibi Mona isimli genç kadın yarının planını kurmadan ilerlemeye devam ediyor.Neden bunu yaptığını vs. de bilmiyoruz.Mona sadece ilerliyor,geziyor,kamp yapıyor.Yeri geliyor onun gibi özgür olmak istiyorsunuz yeri geliyor onun kaybolmuş biri olduğunu düşünüp acıyorsunuz.Bu ikilemler arasında hem kendi hayatınızı sorguluyor hem de Mona hakkında ifade veren insanlardan toplumun kadına olan bakış açısına şahitlik ediyorsunuz.Bu gezgin bir erkek olsa neler değişirdiyi düşünüyorsunuz.Tabii Mona'nın nasıl öldüğünü de merak ediyorsunuz.Onun ölümünün nasıl olduğunu tahmin etmek de bir yandan içinde bulunduğumuz erkil toplumun bizim psikolojilerimizi nasıl etkilediğinin içsel bir örneğini gözler önüne seriyor.İzleniseli bir film.Monotonluğunun içinde akıp giden güzel bir kurgusu var.




Joan Baez - Baby I'm Gonna Leave You


Diğer filmimiz ise benim favori yönetmenlerimden Kieslowski'nin Öldürme Üzerine Kısa Bir Filmi.Bu filme de tesadüfen denk geldim ve yönetmenine-konusuna bakıp direkt başladım.Burada da yersiz yurtsuz diyebileceğimiz fakat Monadan daha katı ve serseri olan bir genç erkeğin yaşadıklarını izliyoruz.Şehirde avare avare gezerken çeşitli bilinçli kötülükler yaparak ilerliyor.Daha sonra üstüne bir taksiciyi deyim yerindeyse süründürek öldürüyor.Daha sonra genç bir avukat ki filmin konusu bu yüzden ilgimi çekti onun avukatlığını yapıyor.Burada kilit nokta şu ki öldürülen taksici oldukça leş bir insan.Kötü fikirli,kalpli ve film bize bunu tepeden tırnağa hissettiriyor.Bu ölüm hakkında nasıl düşünmeliyiz o halde? Hukuk sisteminin cezaları kişiyi terbiye ettirmek için midir yoksa sadece diğerlerini caydırmak için midir? Farklı bir kamera açısıyla izlediğimiz son derece sanat kokan bu filmin içinde böyle sorulara kendi içimizde cevaplar arıyoruz.Şu karantina günlerinde içimize dönmüşken tam da bu tarz filmlere ihtiyacımız olduğunu düşüyorum.Eklemeden geçemeyeceğim filmin müzikleri de her Kieslowski filminde olduğu gibi tüylerinizi diken diken edici derecede muazzam.Dünyadan böyle özel ruhların geçtiği bilerek yaşamak ilham veriyor bana.




Dekalog Part 12 Sountrack


İlham demişken bu sıra şiir konusunda da oldukça üretkenim.Şu iki haftada üç tane şiir yazdım.''Poemia'' adlı bir uygulamada *dorianil ismiyle yayımlıyorum.Yalnız bu uygulama beni pek kesmedi.Farklı yerlerde de yayınlama peşindeyim.Belki sadece şiirlerim için ayrı bir blog açabilirim ya da bildiğiniz daha etkin bir uygulama,site vs. var mı? Ben de araştıracağım.Güzel şeyler çıkardığıma inanıyorum.Gece gelen ilhamın yazdırdığı şeyler sabah da aynı şeyleri hissettiriyorsa o yazıdan emin olurum,şükür ki öyle oldu.

Bu yazıya şiir eklersem çok uzun olabilir bir de kel alaka olmasın şimdi.Belki ayrı yazılar halinde burada bile yayınlamaya başlarım,bir tanesini önceki yazılarda yayınlamıştım bakabilirsiniz.

Öyle işte...5 Nisan doğum günüme iki gün kaldı...Evde geçirmek zorunda kaldığım için kırgınım biraz.Fakat bu benim şanssızlığım değil o yüzden kişisel almıyorum.Dünyada onca felaket olurken buna canımı sıkamayacağım.Yine de 20. yaşım için hep heyecanlıydım.Daha coşkulu geçirmeyi isterdim o günü.Neyse bakalım.

Kendinize iyi bakın,sağlığınıza dikkat edin ve mümkünse evinizde kalın.Tumblrda güzel bir söz okudum iliştireyim: Eve tıkılmadın,evde güvendesin.Bakış açısı.

Sevgiler,

çav.