İki ayı geçti bu sefer yazmayalı. Her yazmaya çalıştığımda bir şeyler yolunda gitmedi. Ya yazıyı beğenmedim ya anlattıklarımın içeriği fazla özel geldi. Burası her ne kadar dijital bir günlük kıvamında da olsa benim için her şeyi maalesef anlatamıyorum. Anlatamayınca bahsedeceklerim çok suni kaldığından içime sinmiyor cümleler. Bugün her şeyden bağımsız yazasım geldi, sadece bu istekle oturdum. Türk kahvesi içiyorum ve arkada cağnım vivaldi çalıyor, ambiyans gayet müsait anlayacağınız.
Bu iki ayda dolu şey oldu. Fakat negatif anlamda. Hayatımda çeşitli köklü değişimler yaşanıyor temeli ailevi olan. İnsan başka konularda ne kadar mutlu olursa olsun günün sonu ailenizde olan mutluluğa ve olayların gidişatına bakıyor. Bir şekilde buna göre şekilleniyoruz. Hatta büyüdükçe bazı özelliklerimizin köklerini bile keşfedebiliyoruz. Sular şimdi daha durgun bu topicte. Ben de olabildiğince rasyonel kalmaya çalışıyorum fakat bir o kadar da yorulmuş hissediyorum. Aylardır evde olmak her şeyin ruhtaki etkisini iki misline taşıyor sanki. Bir de üzerine anksiyete eklenince çarpı dört etti mi...gerçi şükür son zamanlarda hatta bayadır yoğun anksiyeteler yaşamıyorum gelip gidiyor arada ee o da her insan gibi normal. Aslında terapistle görüşmek istiyordum ama inan hiç para harcamak istediğim bir dönemde değilim. Gerçekten elzem olduğunu da düşünmediğimden konuyu kendi kendime kapattım. Her şey çok pahalı blog. Yaşamak zorlaşıyor resmen. Ölüm kalım mücadelesinde gibi yaşamaya mecbur bırakılmış bir insan yığını içinde bata çıka burnumuzu havayla temas ettirmeye çalışıyoruz. Politika ensemizde, bizi her umutlu olduğumuzda tokatlıyor. Çıkış yolu bulamıyorum kendi adıma bu karanlık dönemde. Çıkış yolu bulduğunu zannedenlerin bile çoğunun başka bir karanlığa sürükleyeceğini hissediyorum. İnsan ailesinden bağımsız bir ruh halinde barınamadığı gibi coğrafyasının ona hissettirdiklerinden de kaçamıyor. Aile kurumu da zaten bu coğrafyaların daha kolay yönetilmesi için üretilmemiş midir? Bambaşka bir tartışmanın konusu, cepte kalsın şimdilik.
En son Geceden bahsetmişim, kızımız kedimiz :) Siz görmeyeli büyüdü. Hatta üzerine yazı bile yazacaktım sizlere tavsiye vermek için bu konuda ama nerede işte...Kedi bakımı sanıldığı kadar kolay değil blog. Her şeyiyle aileye yeni bir fert geliyormuş gibi düşünün. Hatta bir nevi yeni bir bebek alıyormuşsunuz gibi. Daha kontrolsüz bir bebek hayal edin işte öyle. Zaman geçtikçe o bize biz de ona alıştık onca badire (mantar hastalığını atlattı) atlatarak. Artık birbirimizin huylarını biliyoruz. Ses tonumuzu tanıyor, neye kızacağımızı falan biliyor ama kediler bildiğini okur. Kızdığımda bana karşılık bile veriyor ben de el mecbur dikkatini başka bir şeye çekmeye çalışıyorum, baş edemem asla :) Gecenin vesilesiyle dışarıdaki canlara da daha bir hassas olmaya başladım. Normalde yemek verirdik ama sürekli olamasa da artık mama da veriyorum. Önceki mahalledekiler buradakilerden daha toktu zannımca. Bunlara mama koyduğum an öyle bir saldırıyorlar ki 20 kediyi ayağımın altında buluyorum. Gerçi kediler her zaman aç, geceye yaş mama verirken bağırışlarını görseniz sanki günlerce aç bırakmışız :) Bundan bahsetmek istedim özellikle blog çünkü lütfen kimse duyarsız kalmasın. O kadar fazla daire, apartman varken mama veren kişi sayısı 3 belki 2. Başka insan göremiyorum. Neden? Ne engelimiz var ki? Herkes apartmanının önüne bir kap mama bir kap su koysa kaç tane can bu soğuklarda karın tokluğuyla uyuyacak düşünün. Gece bana vesile oldu ben de size vesile olmak isterim naçizane ♥ (Bunları yazarken Gece beni yatağımda uzanırken dört gözünü açmış izliyor)
Pandemi olayı daha da can sıkmaya başladı değil mi? En etkilenmeyenimiz bile artık ürkmeye başlıyordur. Ben de onlardan biriyim artık. Geçen haftalarda bütün vücudum böyle resmen ezilmiş gibi hissediyordum. Aklıma direkt covid geldi tabi ve o ölebilirite fena halde gerdi. Ertesi gün geçti Allahtan. Tahminimize göre düzensiz yaşam stilimden oldu. Şimdi biraz toparlasam da o haftalarda baya berbat uyuyordum, günde 3 bardak kahve içiyordum ve sadece 4 saat falan uyuyordum. Hala olmuyor blog. Erken uyuma gibi bir yeti yok sanki bende. Dersler de erken olunca uykusuzluk katlanıyor fakat bağışıklık kazandığımı söyleyebilirim. Yalnız şu sürekli ekrana bakma olayı, sandalyede oturmak falan öyle bir baydı ki anlatamam. 20 Yaşım bu 5 nisanda bitecek ve ben 20'nin ilk yılına dair ne yaptım? Daha doğrusu yapabildim? Koskoca bir hiçbir şey. Evde geçireceğim tam bir yıl gibi bir şey olacak. Gençliğimizin deyim yerindeyse çürümesi bence çok korkunç. Geriye dönüp baktığımızda, tabi oradaki ileride her şey daha iyiyse, özbilinçle kurallara uyanlar olarak kendimize üzüleceğiz.
İkinci sınıf derslerinden bahsedeyim biraz, level atladık malum. Bence artık işler biraz daha zorlaştı. Hem derslerin işleyişinin efektifliği konusunda hem de konuların ağırlı açısından durum böyle. Hukukun okumayı zorlaştıran kısmı konuların tamamen kümülatif ilerlemesi. Bu yüzden özellikle şu an devamını gördüğümüz özel hukukta bu şekilde ilerleyen başlıklar mevcut. Ceza hukuku yeni başlandı. Tabi hemen hususi suçları işlemekle başlanmıyor. Genel hükümler kitabı adı altında görüyoruz. Beklediğim gibi ilgimi fazlasıyla çekti, çalışırken zevk alıyorum. İdare de bir o kadar ilgimi çekmiyor. Ama hem fazlasıyla genel kültür hem de bir hukukçunun bilmesi gereken şeylerin devlet temelini verdiği için boşlamamaya çalışıyorum. Akademik olarak da günler bu şekilde bata çıka ilerliyor. Sürekli ev ortamı ders çalışmayı daha da zorlaştırıyor çünkü zaman-mekan kavramı yok gibi. Konular daha çabuk unutuluyor, ne işlendiğini bile bakarak anımsamak durumunda kalıyorum. Yine de bir şekilde başaracağız blog, başka çare yok.
Ders dışında medyascope gibi bağımsız platformlardan podcastler dinleyip gündem bilgisi konusunda taze kalmaya çalışıyorum. Özellikle Ayşe Çavdar ve Aysuda Kölemen'in ''Şimdiki Zaman'' programını şiddetle tavsiye ederim. Siyaseti antropolijiyle harmanlayıp çok sağlam bir dünya/ülke gündemi yorumu yapıyorlar. Program izlemeyi daha çok sevsem de makale-köşe yazısı vs. de okumaya bir şekilde çabalıyorum. Çabalıyorum diyorum çünkü her şey zaten online, pdf, kitap okuma üçgeninde döndüğü için bazen ekrana ekstra bakmak fazlasıyla boğuyor. En son TERF tartışmaları adına farklı bakışlar sunan yazılar okudum mesela. Profeminist Pencere'ye yazı yazmaya başlamadan önce kuir-feminist alanda daha sağlam bir şekilde bilgilenmek istiyorum. İşe elimdeki ''Cinsiyet Belası'' kitabını okumakla başlayacağım. Buraya da zaman zaman alıntılamalar yaparım belki.
Son okuduklarımı ve izlediklerimi yan sütundan bulabilirsiniz. Bahsetmek isterdim ama uzun uzun anlatmak gerekir şimdi en azından benim elim açıldı mı durmaz :) Yine de şöyle söyleyeyim Aslı Erdoğan'ı tanımıyorsanız hemen tanışın ve ''Kırmızı Pelerinli Kent''i okuyun. Üzerine yazı bile yazabileceğim kadar vurucu geldi bana. Onun gibi aydın fikirli insanlar coğrafyamızdan deyim yerindeyse sürgün edildiği için çok şanssızız var ya... Une Affaire de Femmes ise sağlam bir kurguya sahip eski bir Fransız filmi. Fransız olunca hemen pozitif ön yargıyla izledim tabi. Senaryosu ve oyunculuğu da sağlam ama. Konu kürtaj, Polonyadaki mücadelenin verdiği umudun ışığıyla bakmanızı tavsiye ederim. Bazı haklar kolay kazanılmadı ve kolay kolay da bırakılmayacak. Bak uzatacağım yine, bana ayrılan sürenin sonuna geleyim artık.
Kendinize çok iyi davranın, geri dönüşüm adına buradan da yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim! En yakın zamanda tekrar yazabilmeyi ''umut'' ediyorum.
Görüşürüz
ve her zamanki gibi,
çav!