11 Aralık 2020 Cuma

Rutinler, Yılbaşı Hazırlığı ve Politik Serzenişler ☕

 Bu sefer arayı açmadım! :) 

Cuma günlerini seviyorum. Online eğitim de olsa tatilin hala bir anlamı var. Mental olarak çok yoğun ve yorucu geçiyor haftaiçleri. Online olmak insanı ekstra çalışmak zorunda bırakıyor. Anlayamadığın bir şeyin notunu alamıyorsun, uyku saatleri çok daha bozuk çünkü bedenen yorulmuyorsun, dümdüz oturmak ve bir şeyleri anlamak için dinlemek de daha zor ve bazı hocalar kamera bile açmadığı için öyle boşluğa bakarak yazı yazmaya çalışıyoruz. İşler karışık yani. Yine de bu hafta bayağı bir toparladım. Geceleri çalışmak özellikle rutinim oldu. ''Study with me'' tarzında bir video açıp o şekilde çalışınca aşırı keyifli oluyor deneyin. Kütüphanedeymişsiniz gibi bir his sizi çalışmak zorunda hissettiriyor.


aşırı doğal uğraşılmamış bir studyblr fotoğrafı nerede eskiler 

*kahveleri artık moka potla yapmaya başladım, çok daha leziz; bir yazıda bilgilerimi aktarırım :)

Bu sene yılbaşı ağacını kuramıyorum blog. Gece asla rahat vermedi. Üzerine atlayıp duruyor birkaç kez devirdi. En son düzeltmek isterken de kırdım öyle kaldı. Sonra yeşil uzun dal ve beyaz dal sipariş ettim. Pencereye bir şeyler yapmaya çalıştım, pek olmadı ama olması için olsun dedim zaten. Sonra onun ışığını tamir etmeye çalışırken suratıma bum diye bir şey patladı, kıvılcımlar çıktı. Kesip attım direkt. Anlayacağın yılbaşı süsleme olayını canım pahasına falan yapıyorum. Alacak ve gelecek birkaç şey daha var. Yılbaşılı bir yazı olursa son hallerini oraya eklerim, umarım başarırım blog! :'''''''

Son günlerde gündem yine karışık. Bu ülkede olmak hiçbirimizin mental sağlığı için iyi değil blog. Öfkeleniyorum. Hiçbir şey olmasa bile kendi hayatımda, bir haber düşüyor önüme: Bir yurttaş eline 'iş ve aş' yazıp intihar etmiş...Hadi bakalım hayatına normal bir şekilde devam et. Olmuyor. Nereye kadar gidebilir ki bunca şey? Bu adaletsizliklerin bir sonu gelecek mi? İnsanlardan daha ne kadar suspus olması bekleniyor? Ben artık halkı da herhangi bir şey için suçlamıyorum, suçlamak istemiyorum. Ekmek önemli bir mesele. Yurttaşlar aç bırakılıyor, aç kalan bir insanın ilk önceliği çocuğunu,eşini doyurmayı amaçlamak oluyor. Durup da haksızlıkla mücadele edeyim diyemiyor. Diyenler var mıdır? Elbet. Ama kimsenin bunun ahlaki sorumluluğa sahip olduğunu artık düşünmüyorum. Sorumlu görmek için gözümüzü biraz yukarı kaldırıp üst kesimlere bakmalıyız. Üzerine düşeni yapması gerekenlerden hesap sormalıyız. Her şey sınıfsal diye boşuna denmemiş...aynen öyle blog, her şey sınıfsal. Her şeyin bir sonu olur ama değil mi? Yalnız bu her şeyin sonu her zaman iyiye değişim demek de olmuyor. Bazen son sadece bir 'son' da olabilir. Biz yine de umudumuzu koruyalım. Günün sonunda insanın vicdanının rahat olması ve onurlu bir hayat sürdürüyor oluşu her şeyden değerli. Öfkemiz hep diri kalsın, enerjimizi saklayalım :)

''Halkın seçtikleri zapt edilmesi gereken bir boğaymış gibi, fatihler üzerinde tüm halara sahip oldukları bir avmış gibi, verasetle gelenler de böyle olması çok doğalmış gibi davranıyorlar halka.'' (Gönüllük Kulluk Üzerine Söylev - Etienne de La Boétie)

Profeminist Pencerede yukarıdaki konularda yazmak istiyorum aslında ama tam olarak yetkin olduğumu da henüz hissetmiyorum. Emin olmadığım işlere de bulaşasım gelmiyor blog. Biz bize konuşmayı tercih ediyorum. Daha önceleri de yaptığım gibi. Yine de benim işlerim belli olmaz laps diye size buradan haber verip oraya davet edebilirim :'D

''Kalifat'' diye bir netflix dizisi izledim. İlk kez IŞİD zulmü altında yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlatan bir iş çıkarmışlar. Çağdaş Ortadoğu adlı dersimin de ödev konusu olduğu için atlayıp bir solukta bitirdim. Dizi, İsveçten örgüte katılan bir kadının kurtuluş hikayesi ve yanı sıra İsveçteki gençlerin nasıl radikal islama süreklendiğini anlatıyor. Konu güzel, işleyiş sürükleyici vs. de bana Avrupa'nın bazı tavırları fena halde iki yüzlü geliyor. Bugün İran'da, Ortadoğunun neredeyse her ülkesinde insanları her gün tehdit eden bir IŞİD zihniyeti yok mu? (bizim ülkemiz dahil) Her gün kadınların ve lgbti+ların yaşam hakları tehlikede değil mi? Öyle. Aksini kimse iddia edemez. Fakat onlar nedense radikal islam olayına bir marjinal fikirmiş gibi yaklaşıyor. Kendi içlerindeki faşistlere gelince ise direkt yasaklayıp yok etme politikası izliyorlar. Ne farkları var? Bir tanesi bizi daha fazla öldürüyor diye daha mı zararsız? Dizide de IŞİD'e yaklaşım bana böyle geldi. Korkunç bir dini terör örgütüne bakışları onları ''onarmaya çalışmak'' gibi son derece nafile bir noktadan ilerliyor. Bu olay başörtüsü zorunluluğuna ''kültür'' diye bakmakla aynı. Hayır efendim hiçbir kültür temel insan haklarını sınırlayamaz. Kişinin beden bütünlüğü üzerinde kişiden daha fazla söz hakkı sahibi olamaz. Ama ''batı'' dedikleri ülkeler ve insanlar doğu söz konusu olduğunda bazı şeyleri böyle görmekte ısrarcı. Bu fena halde bir ''white'' bakış açısı. İzlerken rahatsız oldum.

Günler evde geçerken içime bir ''her şeyi kaçırıyorum'' hissi düşüverdi bu aralar onu def etmekle de meşgulüm. Örneğin yurt dışına gitme işi gittikçe hem ekonomik hem sağlık koşulları dolayısıyla zorlaşıyor. Halbuki ne planlar yapardık lisenin başlarında her normal çocuk gibi. Sonra nerede-nasıl yaşadığımızı daha sert yollardan anlamaya başladık. Bu yaz için programalar araştırıyorum sözün kısası. Almanya istiyorum. İngiltere hayalden bile ötesi oldu. Sterlin için ev satmak lazım blog. Öyle. Henüz aklıma yatan bir şey yok zaten. İstediğim yaz okulu tarzı 1 aylık bir eğitim. Eğer Almanya'da İng. eğitim alabileceğim bir program bulabilirsem tadından yenmez. Çünkü bir ayda Almancadan çok da bir şey çıkmayacağı aşikar. Gerçi aile yanı olayları falan bir yılmış gibi level atlatabilir. Bu da aklımız bir köşesinde kalsın, bana bilindik siteler dışında program sunan siteler varsa önerebilirsiniz. İlla eğitimle de olmak zorunda değil, work and travel tarzı da olabilir. Önerilerinize sonuna kadar açığım!!!

Paylaşacaklarım bu kadarla kalsın blog.


Kendinize iyi davranın ♥

çav.



26 Kasım 2020 Perşembe

Aylar Sonra Dönmek: Kedi Muhabbeti, Birtakım Duygular ve Düşünceler

 İki ayı geçti bu sefer yazmayalı. Her yazmaya çalıştığımda bir şeyler yolunda gitmedi. Ya yazıyı beğenmedim ya anlattıklarımın içeriği fazla özel geldi. Burası her ne kadar dijital bir günlük kıvamında da olsa benim için her şeyi maalesef anlatamıyorum. Anlatamayınca bahsedeceklerim çok suni kaldığından içime sinmiyor cümleler. Bugün her şeyden bağımsız yazasım geldi, sadece bu istekle oturdum. Türk kahvesi içiyorum ve arkada cağnım vivaldi çalıyor, ambiyans gayet müsait anlayacağınız.

Bu iki ayda dolu şey oldu. Fakat negatif anlamda. Hayatımda çeşitli köklü değişimler yaşanıyor temeli ailevi olan. İnsan başka konularda ne kadar mutlu olursa olsun günün sonu ailenizde olan mutluluğa ve olayların gidişatına bakıyor. Bir şekilde buna göre şekilleniyoruz. Hatta büyüdükçe bazı özelliklerimizin köklerini bile keşfedebiliyoruz. Sular şimdi daha durgun bu topicte. Ben de olabildiğince rasyonel kalmaya çalışıyorum fakat bir o kadar da yorulmuş hissediyorum. Aylardır evde olmak her şeyin ruhtaki etkisini iki misline taşıyor sanki. Bir de üzerine anksiyete eklenince çarpı dört etti mi...gerçi şükür son zamanlarda hatta bayadır yoğun anksiyeteler yaşamıyorum gelip gidiyor arada ee o da her insan gibi normal. Aslında terapistle görüşmek istiyordum ama inan hiç para harcamak istediğim bir dönemde değilim. Gerçekten elzem olduğunu da düşünmediğimden konuyu kendi kendime kapattım. Her şey çok pahalı blog. Yaşamak zorlaşıyor resmen. Ölüm kalım mücadelesinde gibi yaşamaya mecbur bırakılmış bir insan yığını içinde bata çıka burnumuzu havayla temas ettirmeye çalışıyoruz. Politika ensemizde, bizi her umutlu olduğumuzda tokatlıyor. Çıkış yolu bulamıyorum kendi adıma bu karanlık dönemde. Çıkış yolu bulduğunu zannedenlerin bile çoğunun başka bir karanlığa sürükleyeceğini hissediyorum. İnsan ailesinden bağımsız bir ruh halinde barınamadığı gibi coğrafyasının ona hissettirdiklerinden de kaçamıyor. Aile kurumu da zaten bu coğrafyaların daha kolay yönetilmesi için üretilmemiş midir? Bambaşka bir tartışmanın konusu, cepte kalsın şimdilik.

En son Geceden bahsetmişim, kızımız kedimiz :) Siz görmeyeli büyüdü. Hatta üzerine yazı bile yazacaktım sizlere tavsiye vermek için bu konuda ama nerede işte...Kedi bakımı sanıldığı kadar kolay değil blog. Her şeyiyle aileye yeni bir fert geliyormuş gibi düşünün. Hatta bir nevi yeni bir bebek alıyormuşsunuz gibi. Daha kontrolsüz bir bebek hayal edin işte öyle. Zaman geçtikçe o bize biz de ona alıştık onca badire (mantar hastalığını atlattı) atlatarak. Artık birbirimizin huylarını biliyoruz. Ses tonumuzu tanıyor, neye kızacağımızı falan biliyor ama kediler bildiğini okur. Kızdığımda bana karşılık bile veriyor ben de el mecbur dikkatini başka bir şeye çekmeye çalışıyorum, baş edemem asla :) Gecenin vesilesiyle dışarıdaki canlara da daha bir hassas olmaya başladım. Normalde yemek verirdik ama sürekli olamasa da artık mama da veriyorum. Önceki mahalledekiler buradakilerden daha toktu zannımca. Bunlara mama koyduğum an öyle bir saldırıyorlar ki 20 kediyi ayağımın altında buluyorum. Gerçi kediler her zaman aç, geceye yaş mama verirken bağırışlarını görseniz sanki günlerce aç bırakmışız :) Bundan bahsetmek istedim özellikle blog çünkü lütfen kimse duyarsız kalmasın. O kadar fazla daire, apartman varken mama veren kişi sayısı 3 belki 2. Başka insan göremiyorum. Neden? Ne engelimiz var ki? Herkes apartmanının önüne bir kap mama bir kap su koysa kaç tane can bu soğuklarda karın tokluğuyla uyuyacak düşünün. Gece bana vesile oldu ben de size vesile olmak isterim naçizane ♥ (Bunları yazarken Gece beni yatağımda uzanırken dört gözünü açmış izliyor)

Pandemi olayı daha da can sıkmaya başladı değil mi? En etkilenmeyenimiz bile artık ürkmeye başlıyordur. Ben de onlardan biriyim artık. Geçen haftalarda bütün vücudum böyle resmen ezilmiş gibi hissediyordum. Aklıma direkt covid geldi tabi ve o ölebilirite fena halde gerdi. Ertesi gün geçti Allahtan. Tahminimize göre düzensiz yaşam stilimden oldu. Şimdi biraz toparlasam da o haftalarda baya berbat uyuyordum, günde 3 bardak kahve içiyordum ve sadece 4 saat falan uyuyordum. Hala olmuyor blog. Erken uyuma gibi bir yeti yok sanki bende. Dersler de erken olunca uykusuzluk katlanıyor fakat bağışıklık kazandığımı söyleyebilirim. Yalnız şu sürekli ekrana bakma olayı, sandalyede oturmak falan öyle bir baydı ki anlatamam. 20 Yaşım bu 5 nisanda bitecek ve ben 20'nin ilk yılına dair ne yaptım? Daha doğrusu yapabildim? Koskoca bir hiçbir şey. Evde geçireceğim tam bir yıl gibi bir şey olacak. Gençliğimizin deyim yerindeyse çürümesi bence çok korkunç. Geriye dönüp baktığımızda, tabi oradaki ileride her şey daha iyiyse, özbilinçle kurallara uyanlar olarak kendimize üzüleceğiz. 

İkinci sınıf derslerinden bahsedeyim biraz, level atladık malum. Bence artık işler biraz daha zorlaştı. Hem derslerin işleyişinin efektifliği konusunda hem de konuların ağırlı açısından durum böyle. Hukukun okumayı zorlaştıran kısmı konuların tamamen kümülatif ilerlemesi. Bu yüzden özellikle şu an devamını gördüğümüz özel hukukta bu şekilde ilerleyen başlıklar mevcut. Ceza hukuku yeni başlandı. Tabi hemen hususi suçları işlemekle başlanmıyor. Genel hükümler kitabı adı altında görüyoruz. Beklediğim gibi ilgimi fazlasıyla çekti, çalışırken zevk alıyorum. İdare de bir o kadar ilgimi çekmiyor. Ama hem fazlasıyla genel kültür hem de bir hukukçunun bilmesi gereken şeylerin devlet temelini verdiği için boşlamamaya çalışıyorum. Akademik olarak da günler bu şekilde bata çıka ilerliyor. Sürekli ev ortamı ders çalışmayı daha da zorlaştırıyor çünkü zaman-mekan kavramı yok gibi. Konular daha çabuk unutuluyor, ne işlendiğini bile bakarak anımsamak durumunda kalıyorum. Yine de bir şekilde başaracağız blog, başka çare yok.

Ders dışında medyascope gibi bağımsız platformlardan podcastler dinleyip gündem bilgisi konusunda taze kalmaya çalışıyorum. Özellikle Ayşe Çavdar ve Aysuda Kölemen'in ''Şimdiki Zaman'' programını şiddetle tavsiye ederim. Siyaseti antropolijiyle harmanlayıp çok sağlam bir dünya/ülke gündemi yorumu yapıyorlar. Program izlemeyi daha çok sevsem de makale-köşe yazısı vs. de okumaya bir şekilde çabalıyorum. Çabalıyorum diyorum çünkü her şey zaten online, pdf, kitap okuma üçgeninde döndüğü için bazen ekrana ekstra bakmak fazlasıyla boğuyor. En son TERF tartışmaları adına farklı bakışlar sunan yazılar okudum mesela. Profeminist Pencere'ye yazı yazmaya başlamadan önce kuir-feminist alanda daha sağlam bir şekilde bilgilenmek istiyorum. İşe elimdeki ''Cinsiyet Belası'' kitabını okumakla başlayacağım. Buraya da zaman zaman alıntılamalar yaparım belki. 

Son okuduklarımı ve izlediklerimi yan sütundan bulabilirsiniz. Bahsetmek isterdim ama uzun uzun anlatmak gerekir şimdi en azından benim elim açıldı mı durmaz :) Yine de şöyle söyleyeyim Aslı Erdoğan'ı tanımıyorsanız hemen tanışın ve ''Kırmızı Pelerinli Kent''i okuyun. Üzerine yazı bile yazabileceğim kadar vurucu geldi bana. Onun gibi aydın fikirli insanlar coğrafyamızdan deyim yerindeyse sürgün edildiği için çok şanssızız var ya... Une Affaire de Femmes ise sağlam bir kurguya sahip eski bir Fransız filmi. Fransız olunca hemen pozitif ön yargıyla izledim tabi. Senaryosu ve oyunculuğu da sağlam ama. Konu kürtaj, Polonyadaki mücadelenin verdiği umudun ışığıyla bakmanızı tavsiye ederim. Bazı haklar kolay kazanılmadı ve kolay kolay da bırakılmayacak. Bak uzatacağım yine, bana ayrılan sürenin sonuna geleyim artık.

Kendinize çok iyi davranın, geri dönüşüm adına buradan da yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim! En yakın zamanda tekrar yazabilmeyi ''umut'' ediyorum.


Görüşürüz

ve her zamanki gibi,

çav!



4 Eylül 2020 Cuma

Yenilikler: Oda,Blog,Kedi ve Birtakım Meseleler ☕

 İnanmıyorum bu gerçekleşiyor ve haftalaar sonra yeni bir yazı yazıyorum!

Anlatacak çok şey birikti blog.Bazen uzun zaman yazmayınca sırf bu yüzden tekrar yazmaya üşeniyorum.Burasını günlük gibi kullandığımdan hiçbir detayı atlayasım gelmiyor.Kesin yine bir şeyleri unutacağım ama olsun bakalım.

Flashback yapıp Osmaniye'den bahsedeyim.Çok güzel geçti.Yayla kendi başına keyifli bir yer zaten,kalabalık da olunca daha bir tadı çıktı.Bool bool yedik.Memleket demek bizim için en çok da yemek demek çünkü.Özlem giderme tarzımız bu :') Osmaniye sonrasında yolculuklar bir çıt bıktırmadı değil.Çanakkale'ye her yer çok uzak.Ne ile giderseniz gidin ki uçakla gittik bir şekilde uzuyor süreç.Olsun ama burada yaşamaya değiyor döndüğünüz yer Çanakkale olunca her yere gidilir üşenmeden :)


Hani yeni bir site açacağımdan bahsetmiştim daha profosyonel bir şekilde abimle birlikte hallettik onu.Bildiğiniz artık .com'lu bir sitem var çok keyifliymiş.Henüz bir yazı yayımladım çok zaman önce ama onu da sosyal medyada paylaşmadım.Kendimi konu hakkında biraz daha geliştirmek daha çok okumak istiyorum.Misyon edinmek için öncelikle geniş bir vizyon lazım.Bir yıllık bir süreçle satın aldım eminim kışa doğru daha aktif olacağım hatta belki bu ayın sonralarına doğru.Kendimi yazma konusunda zorlamak istemiyorum çünkü bende ters tepiyor.Bir koç burcu olarak süper başlayıp hemen bıkarım,en iyisi kasmamam yani.Hemen linki buraya bırakıyorum ziyaret edip ilk yazıya bir yorum bırakırsanız bayağı mutlu edersiniz beni,fikirlerinize ne kadar önem verdiğimi bilirsiniz: tık

Osmaniye dönüşünden beri orta kararda bir diyetteyim ve spor yapmaya çalışıyorum.Çünkü herkes tarafından ne kadar kilo aldığım resmen fark edildi :( Ben de biraz bilendim açıkçası kendi kendime.Memnun değildim zaten ama böyle tam zayıflamak da istemiyorum.Orta kararda yapmama rağmen diyet cidden zor bir iş.Hele benim gibi uyku düzeni bozuk biri için çok zor.Gece abur cubur gömmemek için eve sokmuyorum.Annem de sağ olsun kalorili şeyler yapmıyor.Bir şekilde dikkat etmeye çalışıyorum birkaç gün dışında bozmadım diyebilirim.Zaten şuna eminim ki bir şeyi gerçekten istersem yapabilen biriyim,yapmıyorsam kesinlikle bir nebze istemiyorumdur.İsteme oranımla diyet ve sporun etkisi de doğru orantılı umarım daha fazla isterim motive olmam lazım :'D

Yeni evimize oldukça alıştık hatta eskisi için ''buradan ayrılamam'' derken şu an ''orada nasıl yaşamışız ya?'' diyorum.Değişim böyle bir şey işte.Sancılı ama doğruysa sonucu tatmin edici.Sizinle odamı paylaşmadım değil mi? Tamamlandı sayılır aklıma yapacak başka bir şey gelmiyor ve çok da doldurmak istemiyorum.Elimde hiç odaya dair fotoğraf yokmuş bakın...spontan bir şekilde fotoğrafları çekip bu yazıya ekliyorum:

🌻🌻🌻






🌻🌻🌻

Odam oldukça içime sindi.Balkonu olması ekstra güzel önceden bir binaya iç içe bakıyordum perdeyi bile rahat rahat açamazdım.Ondan sonra fazlasıyla ferah geldi tabi.

Birçok şeyi Trendyoldan aldım,aynayı salondan kaptım,tablolar PlusCanvas'tan,film afişleri de Postercim.net'den hepsinden oldukça memnunum.Duvara tutturduğum şeyler için daha çok çift taraflı bant kullandım.Çünkü bu evin duvarları resmen çiviyi kusuyor,iyi bir şey sanırım bu çünkü dayanaklı olduğu anlamına geliyormuş.Çift taraflı bantla hepsi rahatça duruyor,tavsiye ederim.Eksik olan tek şey kitaplık onu da odama almaktan vazgeçtim.Annemin odasında bütün kitaplar kendi kitaplarımın bazılarını da dolabımda saklıyorum.Yer açılması açısından mantıklı oldu,temizlenmesi açısından da artık daha kolay.

Ailemizin yeni bir ferdi var artık blog! ismi de Gece onunla da tanışmanızın vakti geldi:



Kendisi henüz 4 aylık uslu mu uslu bir kız :) İlk geldiği zamanlar daha uslu olmasına rağmen yavaş yavaş kendini göstermeye ve evi sahiplenmeye başladı.Önceleri kedi sahiplenmeyi ne kadar istediğimden eminim bahsetmişimdir.Daha sonraları köpek sevgim kabardı ve ne yalan söyleyeyim hala bir tık daha köpekleri daha fazla severim.Ama şu anda en sevdiğim hayvan sadece Gece tabi ki :) Yalnız bir sorun var blog ve bu bayağı canımı sıkıyor.Alerjim var bunun için iki güne bir hap içebilirim fakat kullandığım başka bir ilaç daha olduğu için ikisi birden beni resmen mala çeviriyor.Sürekli kabus görüyorum,hasta hissediyorum.Geleli 4 gün olduğu için süre tanıyoruz bütün eşyalarını eksiksiz tamamlıyoruz.Bağışıklığım düşerse bir başkasına sahiplendirmek zorunda kalabiliriz.Her şeyden emin olarak sahiplenmek gerektiğini biliyorum fakat iki ilacı aynı anda almanın böyle bir soruna neden açacağını öngöremedik.Pandemi zamanında da hasta olmaktan korkuyorum.Bilmiyorum blog ama bu sorun ciddi anlamda canımı sıktı,zamanla umarım bünyem alışır hiç sanmasam da...

Birkaç gündür bu sorunun etkisiyle de kendimi çok kötü hissediyorum.İç sesim konuşmaya başladı.Bu konudan başka şeylere atladı,beni suçladı,yetersiz gördü bla bla bla.Böyle dönemler başlayınca hiçbir şey içimden gelmiyor kapanıp kalmak istiyorum bir yerde.Bu sefer daha bir ittiriyorum kendimi.Mesela o yüzden bugün bloğun başına oturdum yazdıkça içimden geleceğini biliyordum.

Sartre'ın varoluşçuluğunu okuduktan sonra bakış açımda köklü değişiklikler yaşadım.Sartre şöyle diyor mesela bir sözünde: Şu an mutsuzsan bunu tercih ettiğin içindir.Bizse başka şeylere sığınmayı daha çok kurtarıcı olarak mı görüyoruz acaba? Bu sorgulamalar da biraz bulandırdı ruh halimi.Kusura bakma Sartre ama ben o kadar da varoluşçu,realist hatta belki de zeki biri değilim.Eskisine göre çook daha iyiyim orası ayrı.Her şey bir gelişim zaten,kendimizi tamamlıyoruz.Ahlaki ikilemlere düşmemiz belki de tam olarak bunun içindir.

Ahlaki ikilemler demişken Dekalog serisini bitirdim blog.Yani aslında 3 yıldır falan izliyorum nerdeyse benim için çok güzel ve özel olduğundan bir oturuşta bitirmek istemedim anladığın gibi.Zaten bir oturuşta izlenecek kadar basit bir yapım değil.Her bölümü detaylıca izleyip üzerine okudum.Şöyle söyleyebilirim ki herhalde bu seri sinemanın orgazm hali falandır abartısız.Çok hisliydi,içime işledim her bir bölümü.Sinema iyi ki var,Kieslowski iyi ki varsın dedirtti <3

Şimdilik burada bitireyim blog.Arayı açmayı inan istemiyorum ama ruh halime bağlı.Daha farklı haberlerle gelebilirim bakalım birkaç yaptığım şeyler var.Umarım sizler de iyisiniz bana yazmayı ihmal etmeyin,sizden gelen mesajları-yorumları okumayı gerçekten özledim!

Kendinize iyi bakın,

çav.







2 Ağustos 2020 Pazar

Yenilikler,Planlar ve Birtakım Farkındalıklar ☕

Geldim blog.Uzun bir ara verdim biliyorum,yazmayı fena halde özledim.

Taşınma işleri bitti.Yeni evdeyiz,yeni odamdayım.Taşınma süreci bu sefer öncekilerden de daha zordu.Şimdiki dairemiz daha büyük ve bizden önce gelen temizlikçiler hiçbir şeyi neredeyse ellememişti.Baştan tekrar tekrar temizlik yaptık.Sinir bozucuydu.Yerlerdeki sigara izmaritleri bile duruyordu o derece söyleyeyim.Şükür yerleştik ama.Tabi hala eksikler çıkıyor.Odamda yapmak istediğim şeyler var,her şey hallolduktan sonra sizinle paylaşırım.Şimdiki evimiz Çanakkale'nin çok daha farklı bir bölgesinde.Artık şehrin diğer bir yakasına yakınız öyle hayal edebilirsin.Komşularımız çok tatlı insanlar.Taşınma sürecinde iki daireden de atıştırmalık şeyler geldi.Daha önce alışkın olmadığımızdan şaşırdık mutlu olduk.Bir aile de geçen gün bayramlaşmaya geldi.Kibar insanlarla bir arada olmak bazen evin kendinden bile önemli oluyor,o açıdan şansımız yaver gitti.Konum olarak henüz tam alışamadık gibi.Önceki evimiz her yere o kadar yakındı ki şimdi garipsiyoruz.Büyük şehirler için hiçbir şeydir eminim bahsettiğim mesafeler ama bize fazla gelebiliyor.Kendi adıma büyük oranda alıştığımı söyleyebilirim,mutluyum.

Bu işlerle meşgulken birçok şeyi boşladım başta blog olmak üzere tabi...Fakat gündemi olabildiğince takip etmeye çalıştım.Özellikle hukuki gündemi elimden geldiğince gözlemlemeye çalışıyorum.Aslında bakarsan blog Türkiye'de hukuki bir tartışma bile yok.Her şey o kadar siyasallaştı ki insan haklarını bile siyasetten bağımsız düşünebilecek noktada değiliz,ne acı.Fakültelerde öğrenilenle gerçektekinin pek bir alakası yok.Olsun istiyoruz,istemekten de vazgeçmeyiz.Bazen kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz gibi hissediyorum.Hiçbir şey mi istediğimiz gibi gitmez,hep mi acı hep mi katliam...Nereye kadar? Hepimiz mi gideceğiz bu şekilde? Bu konular hakkında yazmak istediğim ayrı bir blog açmaya çalıştım ama hüsran oldu.Hiç beceremiyorum inan,bana tavsiye edebileceğiniz bir platform olabilir mi? En kötü burada da gündeme dair bir şeyler karalamak istiyorum.Bazı şeyler sürekli konuşulmalı,konuşmaktan bıkmalıyız hatta,sonra yine konuşmalıyız.Bugün yaşanan tartışmalar ve kaos o bıkmaz usanmaz konuşmaların ürünü.

Geçen gün ilk defa terapistimin önerdiği gibi sorunlarıma bakmayı başarabildim.Önce neden öyle hissettiğimi sorguladım sonra 3. bir gözmüş gibi değerlendirmeye çalıştım.Yaptığım araştırma ve okumalar sonrasında da kaygılı bağlanma özelliklerine sahip olduğumu gördüm.Tam olarak öyleyim diyemem çünkü psikoloji çok kompleks bir şey.Belki bu ilişki de ortaya çıkmış olabilir ama yarın farklı şekilde kendini yok edebilir.Fakat özelliklerini taşıdığını görmek beni rahatlattı.Çünkü sebep varsa çözümü de devamında gelebilir.Kaybetme korkusu dediğimiz birçok şey aslında salt karşımızdaki insanla ilgili değil.Bizimle ilgili olan kısmı büyük.Evet karşımızdakini seviyor olabiliriz ama bilinçaltımızda var olan kaygılı bağlanılmışlık bize sürekli bir şeylerin yolunda gitmediğini fısıldayabiliyor,her hareketten bu şekilde bir anlam çıkarıyor,kendimizi kendimize yargılatıyor.Bunun birçok psikolojik şeyde olduğu gibi bebekliğimizle-çocukluğumuzla ilgisi varmış.Daha çok annenin davranışları üzerine bulgular gördüm.Fakat anneci ebeveynliği kabul edesim gelmiyor.Ebeveyn dediğimiz zaman neden sadece anne büyük bir sorunmuş gibi kalıyor? Toplumdaki baba sorunu tartışılandan çoook daha fazla değil mi? Freud kesin bir şeyler demiştir bunun hakkında.Onu da ne kadar seksist bulsam da psikolojik tespitlerini eleştirmek haddime değil zaten yaşadığımız dönem bile bambaşka.Kaygılı bağlarımızı nasıl koparıp güvenli hale getirebiliriz ki? Bence zor.Yani hep o şekilde sevmeyi öğrenmişsek aksini yapmak kendimizde değilmiş gibi hissettirir.Burada devreye ''fake it until you make it'' girebilir.Bir videoda şundan bahsediyordu: İnsanlar olarak hayatta kalma içgüdümüzle olaylar yaşadığımızda çok hızlı karar veririz.Bu avcı-toplayıcı insandan bize ulaşan bir kalıtım gibi düşünülebilir.Örneğin sevdiğiniz birinin size soğuk yaptığını düşündüğünüzde hemen yazıp düzeltmek istersiniz.Bu kendinizi kurtarmak için aklınıza ilk gelendir fakat en doğrusu veya romantiği demek değildir.Önemli olan,mesaj üzerinden devam edersek,o mesajı neden yazdığınıza karar vermek.Gerçekten sevdiğiniz kişiyle konuşmak için mi? Kaybetme korkusu yüzünden mi? Çok hoşuma gitti blog bunu kendimde fark etmek.Her ilişkilenmem de bu özelliğimi hatırlayacağım.Tabi bence karşı tarafın da etkisi büyük.Bazı insanlarda kaygılı bağlanma ilişkilerinden sonra ortaya çıkmış mesela.Bazen dümdüz karşınızdaki dengesiz biri oluyor.Onun dengesizliğine ayak uydurmak için kendimizi de kurcalamamak lazım.Günün sonunda biz bizim davranışlarımızdan sorumluyuz,kendimizi tanımak onu tanımaktan da daha önemli ve uzun sürede sağlıklı.

Bu Cumartesi Osmaniye'ye gidiyoruz.Bir haftalık memleket tatili olacak.Yaylaya çıkacağız,kebap yiyeceğiz,şalgam içeceğiz...oh! Bu sefer daha fazla fotoğraf çekmeye çalışırım.Öncekinde eksik olduğunu anımsadım.

Kafam biraz karışık blog.Anlatacak bir şey de bulamıyorum yazasım gelse de,en iyisi kararında bırakmak.Gitmeden dün izlediğim bir filmi önermek istiyorum.İran Sinemasından :') Leila Hatami oynuyor.İsmi ''Dar Donya ye to Saat Chand Ast?'' yani ''Senin Dünyanda Saat Kaç?'' Çok duru bir romantik film.İran sinemasından daha önce defalarca kez hayranlıkla bahsetmiştim zaten,izleyin mutlaka derim :)


🌻🌻🌻




‎در دنیای تو ساعت چند است؟








26 Haziran 2020 Cuma

Sınavlar,Taşınma ve Birtakım Güncellemeler ☀️


Geldim blog!

Arayı çok tutmayacağım dedim ama olmadı yine.Finallerle uğraşıyordum,anlatacağım.

Ayın 15'inde sınavlarım başladı fakat büyük bir aksilik yaşandı hatta twitter'da tt olduk.Sistem çöktü,hepimiz pc başlarında kaldık öylece.Halbuki aşırı ön görülebilir bir şeydi.Sonra tekrar vizelerin şekline dönüldü,sistem kaldığı yerden işlemeye başladı.Bir tane sınavım kaldı en korktuğum ders çalışasım bile yok ite kaka bir şeyler yapacağım.Bir tane de ödev var belgesel incelemeli.Onu da 30'una kadar hallediyorum.Sonra gerçek yaz tatili başlıyor.Gerçi bayağıdır tatildeyiz ama sınavların bitme psikolojisi farklı oluyor,o zaman tatilde hissediyorsun.

Günler yine rutin geçiyor blog.Bir gelişme var sadece: Taşınıyoruz.Uzun zamandır ev bakıyorduk sonunda içimize bir tanesi sindi.Temmuz sonu gibi inşallah o evin içinde tam yerleşmiş bir şekilde size yazıyor olacağım.Odalarımız ayrıldı artık.Üç kardeşe de oda olması bakalım nasıl olacak,bir kez küçükken abimle odamızı ayırmışlardı biz yine gece gidip birlikte yatmıştık :') Oda dekarasyonu falan için heyecanlıyım alanım büyük,balkonum bile olacak! Fakat illa bir şekilde üni.ye döneceğim için bir tarafımda pek fazla odaklanamıyor.O oda ben gidince kalacak öyle.Keşke tüm eşyalarımızı yanımızda taşıyabilsek.Kendi yatağımı ve masamı her yere götürmek istiyorum,her yere.Haftaya Kocaeli'ne gidebiliriz.Yurtta kaldı bütün yazlık gömleklerim.Eksikliklerini çekiyorum.Püfür püfür gömlek giymeyi özledim,bu sıcakta tişört giymeyi bir kere bırakınca gömleği özlüyorsunuz,deneyin bak.Yurttaki eşyalarım ne haldedir kim bilir.Nevresimimi çöpe falan atmak isteyebilirim.Tozu hayal ediyorum da şimdi eww...temizlenmiş midir ki hiç? Güvenmiyorum.Bugün rüyamda yurtta olduğumu gördüm kabus gibi geldi.Kurtulduğum için mutluyum.Bir tane üniversite bir tane de bölüm hakkında yazı yazmayı planlıyorum.Orada bahsedeceğim deneyimlerimden.Zamanında istediğim gibi akıtamamıştım derdimi,doluyum.Neyse,anı olarak kaldı bu da diğer bütün kötü tecrübeler gibi.

Karantinada bir terapistle konuşuyorduk 7-8 seansta bitirdik.Karşılıklı bir karardı ikimiz de yeterli olduğunu düşündük.Daha iyi hissediyorum.En azından endişe durumlarında ne yaşadığımı biliyorum asıl amaç da bu blog.Kendini tanımak,ne hissettiği bilmek.En berbat anda bile bunun farkında olmak.Eğer bir terapistle konuşmak istiyorsan ondan bunu bekle.Güzel şeyleri duymaya ihtiyacımız var ama en çok da kendimize ihtiyacımız var.Kendi kendimize sahip olamazsak kimse bize yardımcı olamaz.Merak edersen mail atıp kendisine ulaşabileceğin bir adres alabilirsin :)

Bu hafta biraz daha boğucuydu yalnız.Retroların bir etkisi mi var acaba? Bir sıkıldım,bir şey yapasım hala yok,her şeyi erteliyorum...boyuna dizi izleyip yattım.Uyku düzeni desen yok zaten.Ama uyku düzenini üretkenliğe bir bahane yapmak istemiyorum.Sizinle uyanık kaldığım zaman aynı aslında bakarsan,sadece gündüzleri uyumayı tercih ediyorum diyebiliriz :'D Aklımda yapacak şeyler var kendi adıma biri İngilizce çalışmak.Evet biliyorum ama körelmek istemiyorum.Eski Tedx hesabımı etkinleştirdim.Günde bir konuşma izleyip kelime defterine bir şey yazsam çok zamanımı harcamadan yararlı bir şey yapmış olurum.Bir de araştırdığım şeyleri öncelikle İngilizce kaynaklardan okumaya çalışıyorum,anlamazsam Türkçeye kaçış.Böyle küçük şeylerin bayağı etkisi oluyor,tavsiye ederim.

Romanda ilerledim bu arada biliyor musun? Fena gitmiyor.Zor olan şey aklımda bir sürü şeyin dönüyor olması,o kararsızlık hissi.Takıldım bir yerde.Gelişme kısmı en zoru.Son bana en basit geleni.Belki yazdıkça değişecek ama şu ara yazma kıvamında değilim.O kıvam gelince hissediyorum.Saate umursamadan oturuyorum yazının başına.Dediğim gibi yine bu hafta biraz boğucu işte benim adıma.Kurtulalım da enerjimiz değişsin artık,son günler şükür.

The Politician'ın ikinci sezonu muazzamdı.Bu diziye aşık olabilirim! Bana ilham veriyor her anlamda.O kıyafetler,politika,hitabet,küçük entrikalar.Kendimi hayal edebiliyorum öyle bir ortamda.Bizdeki siyaset de bu şekilde olsa fena mı olurdu? Belki dizideki de fazla kurgusal ama birbirlerine olan saygıları,siyasetin hayatlarının sadece bir parçası oluşu falan şaşırtıcı geliyor.Ortadoğuda böyle şeylere alışkın değiliz.Siyaset daha da ilgimi çekmeye başladı blog bundan da bağımsız.Belli mi olur gelecekte ne olacağı? Göreceğiz.

Tatile gitmek istiyorummm! Evet her şey bitmiş gibi bunu istiyorumm! Böyle yazlık bir ilçe,güneş kremi kokusu,plajda kitap okumak,haşlanmış mısır yeyip soğuk bir şeyler içmek,sadece rahatlamayı düşünmek...Bu süreçte hiç olmayacakmış gibi bunlar ama en azından yakın bir yere denize gidebiliriz :'

                                      


Aylar sonra dışarı çıkmanın verdiği şebermeler!!1!

🌻

Kendinize iyi bakın!

çav xo

P.S YKS Sınavına girecek herkese başarılar diliyorum,kendinize güvenin bu saatten sonra yapılabilecek en güzel şey bu! Bana tumblr'dan ulaşarak dertleşebilirsiniz,buralardayım.KOLAY GELSİN ♥









29 Mayıs 2020 Cuma

Dağınık Bir Yazı ve Şarkılar

Yine yaklaşık bir aya varan bir aradan sonra geldim.Yazasım gelmedi blog.Ne şiir denemeleri yaptım ne de öylesine karalama.Evde durmak sıkmaya başladı,anlatacak bir şey ya da ifade edecek bir duygu bulamaz oldum.Yazmak için yaşam lazım bir de bir nebze üzüntü sanırım ikisini de karşılıyorum ki yazının başına geçebildim,herhalde.



Yazmadığım süre dersler ve bilgisayar başında bir şeyler yapmakla geçti.Derslerimiz hala devam ediyor vizelerim ve finallerim 15 Haziranda.Test şeklinde sistemden yapacaklarmış fakat muamma olan bir sürü şey var aslında.Asla detay açıklamıyorlar,ben de düşünmüyorum sadece çalışıyorum zaten genel olarak sınav kafasıyla çalışan biri değilim.En azından üniversitede öyle düşünmeye başladım.Konular daha keyifli olmaya başladı zannımca.Yakın tarihi eskiden hiç sevmezdim ama hukuki boyutuyla görmek bugünkü yaşananlar hakkında birçok ipucu veriyor.İnsanın bulunduğu şartların gerçekliğini anlaması farkındalığını bir tık arttırıyor.Aile Hukukuna geçtik bir de hatta bitiyor.Beklediğimden sıkcıymış çok detay var bol bol örnek çözmek lazım,sınavını merak ediyorum.Ders anlamında pek bir değişiklik yaşamadım aslında bakınca.Tam bir karşılaştırma yapamadığıma göre öyledir diye düşünüyorum.

Bu süreç bende farklı anlamlarda da farkındalık yarattı.Mesela dünya sistemi hakkında.Kendimizi devletler bizim sayemizde var düşüncesiyle önemserken aslında devletlerin çok da umrunda olmadığımızı düşündüm halklar olarak.Ölünce sayı oluyoruz,önlemler sadece belirli tabakalara ve güçlü kişilere göre...Çoğunluğun kararı diye bir şey yok,kararlar var ve uyan bir çoğunluk.Sadece bizde değil,dünyanın olayı buymuş,bir musibet bin nasihattan iyiymiş;öğrendik.Bunun vesilesiyle farklı okumalar yapmak istiyorum bu konular hakkında.Birkaç kitap sipariş ettim,belki makaleler de bakarım.

Uzun süredir evde olduğumuz günlerde yaratıcı şeyler yapabilirmişim ama yapamamış gibi hissediyorum blog ve bunun suçluluğunu.Şiir yazdım aslında ama senaryo? roman? Bunlar adına hiçbir şey yapmadım.İsteğim olmasına rağmen yapamadım çünkü hiçbir zaman ne üzerine olması gerektiği hakkında karar veremiyorum.Kendimi eleştiriyorum her adımda ve soğuyorum bu yüzden.Özellikle senaryoyu çok istiyorum,başladığım bir tane de var.Fakat sonradan okuyunca bir yerde tıkandım kaldım.Bir köşede kalsın dedim yeni bir arayışa geçtim.Çok fazla film izlediğim için elimde olmadan etkilenmekten korkuyorum.Bu sorun hakkında da okuma yapabilirim bak senaryo hakkında biraz daha ön çalışma şart,yapılsın.

Çok güzel şarkılar keşfettim.Sizinle de paylaşayım,youtube öneriler bu ara efsane iş çıkarıyor :'D





Bu gruba hayranım.O kadar dokunaklı ki her şarkısı...Yeni çıktı bu parçaları da,gece uyumadan dinlemelik :')


Lady Gaga'nın yeni albümünden en sevdiğim şarkısı buldu.Eski şarkılarının havasını veriyor,özlemişim <3

***

Yazıyı yukarıdaki gibi bırakıp dışarı çıktım.Yürüyüş yaptık,akşam oldu.Uzun zamandır yürüyüş yapmayınca üzerime bir yorgunluk yaptı kahve yapıp tekrar oturdum yazının başına.

Nerede kalmıştım?

Dağıldım,anlatacak bir şey bulamıyorum.Kısa bir zamana tekrar yazarım,şimdilik böyle olsun :)

Kendinize iyi bakın!

çav!
















4 Mayıs 2020 Pazartesi

Monoton Günler ve Düşünüşler ☕


Geldim yine,ay olacakmış neredeyse.Yazacak bir şey bulamadım,birkaç girişimden sonra bıraktım.Ne yazsam sıkıcı geldi,okumanız için bir neden bulamadım.Ha şimdi de atom parçalamayacağım ama sanki bahsedecek şeyler birikti gibi.




Karantinanız nasıl gidiyor? Herkesin gerçekten nasıl geçirdiğini merak ediyorum.Bütün saatler bize kalsın diye kıvranırken hop hepsi kaldı şimdi (ne şanslıyız ki bu durumdayız,şükür.).Benim ramazandan önce sabaha karşı uyuma öğlen kalkma şeklinde geçiyordu.Şu nike'ın ücretsiz programına başladım herkes gibi,kendime helal olsun bitirdim.Bir aylık programda ne yapıyorsa harfiyen yaptım.Hala düz bir karın bölgesi yok fakat güçlendiğimi hissediyorum :( Gün içinde yorulmadan gece rahat geçmiyor,nike'ın uygulamasını mutlaka tavsiye ederim bunun için.Ramazandan sonra ve önceki haftası uyku düzenim alt üst oldu.Resmen bir gün hiç uyumuyorum bir gün full uyuyorum.Şaft nasıl kayarmış gördüm.Elimde değil.Bir gün boyunca yataktan çıkamadığım oldu.Miskinlik de bir hastalıkmış,şaka değil;trajikomik.Yataktan çıkamamak ne demek ya! Oluyormuş yapıştım kaldım elimde telefon.Orucu da çok sık tutamıyorum bu sebeple aslında tam da tutulabilecek bir zaman,uykuya tutturmak istemiyorum ama anlamsız geliyor o zaman.Bakalım bir şekilde bu ay da geçer.

Evden çalışan ya da okuyan insanlara imrenen bizler şu an onlara hayranlıkla mı bakıyoruz? EVET.Bana çok kolay bir iş gibi gözükürdü her şey elinin altında sonuçta ama gerçekten odaklanma açısından daha zormuş.Aslında ders çalışmamda aşırı bir düşüş olmadı çünkü şu anki konuları da özellikle anayasa dersinde bayağı seviyorum.Ama nasıl çalıştığını okula gitmediğin için bilememek biraz demotive ediyor.Dersi canlı dinlemek bambaşka bir olay.Yine de canlı dersi de sevmedim değil hocalar sadece konuya odaklı anlatıyor ama eminim yüz yüze olsak daha parantez açılacak birçok başlık olurdu.Biraz eksik ilerlediğimizin onlar da farkındadır,en azından bize zorluk çıkaracak durumlara sokmadılar.Sorunsuz bir şekilde ilerliyor sistem.Bazı üni.lerden sinir bozucu şeyler duyuyorum.Canlı dersleri kaydetmemek,ödev abanmak gibi...hiç etik değil.Kimse zevkten evinde durmuyor,pandeminin ortasındayız.Kişilerin evlerinde neler yaşadığını nasıl psikolojilerde olduğunu düşünmek akademik değil insani bir görev.İnsanlar ilerleyen yıllarda nasıl anılacaklarını kendileri seçiyor.

Bir ton film izlemişimdir yine baktım da şöyle hangisi bu ay diliminde karar veremedim.Bir de bir tane daha psikoloji kitabı okumuşum.Güzel bir kitaptı kendime dair güzel noktalar yakaladım fakat yazarın bakış açısı biraz bana ters yöndeydi.Daha dini bir yönden bakmış psikolojiye.Kendim inanan biri olarak insan psikolojisi ve dinin bir arada tutulmasını sakıncalı buluyorum.Lafım yazar ve kitaba değil ama örneğin mental bir rahatsızlığın dualarla çözüleceğine inanıp kişiye bunu dikta etmek bana cahilce geliyor.Belki kişi rahatlamak adına inanıyorsa tercih eder ki işe yarayabilir ama bunu tek yol görmek tehlikeli.Kişiyi çok daha kötü bir duruma sokabilir.Tabi yazar böyle şeylerden bahsetmiyor,kendisi bayağı entelektüel birisi.Sadece birkaç bakış açısına katılmadım.Bir de anayasa dersi için B.Tanörün kitabını okuyorum.Enfes bir kitap.Hiç böylesine güzel tarih anlatışı görmemiştim.Bunun vesilesiyle yeni tarih kitapları arayışına girdim.Zaten çoğu dersimiz okumaya yönelik olduğu için roman tarzı okumaya ekstra zaman ayırmak gerekiyor,onun yerine ders kitabı okurum kafasına giriyorum.

Virüs haberlerini başladığında da böyle fazla takip etmiyordum bu aralar hiç etmiyorum.Kendi psikolojimi korumak adına beni ilgilendiren kadarını takip ediyorum.Bizim ülkede ne oluyor,okulların durumu vs. o kadar.Komplo teorileri falan pratikte anlamsız.Yaşayınca göreceğiz.Yalnız bunun yanında gündemden nefret ve ötekileştirme hiç eksik olmuyor.Beni insanüstü şeylerden çok insanların yapabileceği kötülükler korkutuyor ne yalan söyleyeyim.Karantinadan sonrası gündem endişe verici olacak gibi gözüküyor.

Online oyunlara da geri dönüş yaptım bu arada.Hatta para falan yatıyorum...çok garip bir hismiş.Hiç para harcamıyormuş gibi hissediyorsun ama harcadıkça da tekrar harcaman gerekiyor.Kendimi durdurmalıyım.Az buz harcamadım baktım da...stooop.

Karantinadan çıkışımızı düşünüyorum da nasıl olacak acaba? Ben en çok arkadaşlarımla kafede oturma gibi sosyalleşme aktivitelerini özledim.Giyinmek istiyorum.Saç sakal da saldım neye benzeceğim kim bilir.Yine de nasıl gözüktüğüm eskisi kadar umrumda değil.Dışarının bunları düşünerek geçirilmeyecek kadar kıymetli bir şey olduğunu öğrendik,öğrenmedik mi? Fazla şikayetçi değilim karantinadan.Bunun sebebinin ''güven'' duygusu olduğunu düşünüyorum.Normal yaşantıda bir hafta evde kalsam boğulurdum fakat güvende olduğumu bilme hissim beni rahatlatıyor herkes gibi.Umarım herkes güvende kalabilir,güvende kalma talepleri de gerçekleşir.Hepimizin hakkı bu.

Öyle işte blog,günler su gibi akıyor.Bugünlerde yazdığım yazılar tatsız bir anı kalsın ve geri döndüğümüzde ''vay be bunları yaşadık'' diyelim sadece,daha sancılı uzamasın bu trajedi.


Kendinize iyi davranın :)

çav.


twitterdeki film-kombin akımına katıldım,ortaya böyle bir şey çıktı :'D










9 Nisan 2020 Perşembe

İnsan Hakları Adına Bir Yazı: HOMOFOBİ


Netflixte AŞK101 İsimli bir dizide Osman isimli lgbti+ bir karakterin olacağı açıklanmasından sonra daha çok siyasal islamcı gruplar tarafından büyük bir nefret kampanyası başladı.Lgbti+'lar teröristlerle bir tutuldu,aklı hayale sığmayacak iddialarda bulunuldu.

Cahillikle kötülüğün karıştırıldığını düşünüyorum.Bir grup insandan sırf varoluşundan sahip olduğu (ki varoluşsal da olmayabilir) ırk,cinsiyet,cinsel yönelim veyahut başka bir özelliği için nefret etmek cehalet değil kötülüktür.İnternet çağındaki cehaletle eski çağlardaki cehalet bambaşka şeyler.Bugün elinin altındaki telefonuyla twitter'a girip nefret söyleminde bulunabilen homofobikler bu aygıtlarını lgbti+'nın ne olduğu konusunda araştırma yapmak adına da kullanabilir.Nefret etmeyi,ötekileştirmeye katkı sağlamayı tercih eden insanlar dümdüz ''kötüdür''.Öncelikle onların kötülüklerini ''cehalet'' kelimesiyle yumuşatmaktan vazgeçmeliyiz.Onların cehaleti araştırmamakta,öğrenmeyi reddetmekte,nefret etme konusuna girdikleri an bu onların cehaletinden değil kötülüğündendir.

Bloğumu ilk açtığım günden itibaren yan sütunda ''cinsiyetçiliğe ve homofobiye yer yok!'' diye bir logo koydum.Bulunduğumuz her ortamın buna dijital olanlar da dahil kapsayıcı olması gerektiğine inanıyorum.Lafa gelince siyaseten *biriz diyen seçmen grupları konu lgbti+ haklarına gelince çok güzel bir şekilde ayrımcılık yapmayı biliyor.Öyle bir ''biz'' olamaz.Siz varsınız ve sizin dışladıklarınız var,artık bunu kabul etmenizin zamanı geldi;en azından böylesi çok daha dürüst olur.

Siyasal islamcılar bu nefret grubunun başını çekse de her siyasi partinin ve oluşumunun kendi içinde sorgulama yapması lazım.Bundan önce kabul etmemiz gereken bir husus var: İnsan hakları.Cinsel yönelim eşitliği bir insan hakkı gereği olduğuna göre bulunduğumuz toplumun geleneğiymiş,örfüymüş,yaşayışıymış her türlü şey hukuken insan haklarının üstünlüğünün yanında önemini kaybeder.Neden hırsızlığı yasaklıyoruz? Çünkü yanlış olduğunu düşünüyoruz,yanlışlığını biliyoruz.Eğer bir gelenekte hırsızlık olsaydı ki bu gelenek en anlamsız şeyler dahi olabilir,hırsızlık yapar mıydınız? Ya da her geleneğimiz ya da örfümüz bugünlere ulaştı mı? Kaç tanesiyle yaşıyorsunuz? Yoksa işinize gelenlerle mi barışıksınız? Çünkü sizin de işinize gelmeyecek birçok gelenek sayıp dayatmak isteyebilirim.Öylese bu ''genel ahlak'' kimin ahlakı? neyin ahlakı? Kurallar ve etik sağlıklı bir düzen için vardır fakat genel bir ahlak kendi içinde bile tanımalanamdığından kendi kendini çürüten bir kavramdır.Kendinizi ahlaklı hissediyor olabilirsiniz ama sizi direkt ahlaksız çıkartacak bir kişi bulabilirim.Ya da size göre ahlaksız gelecek bir kişiyle tanıştırabilirim.Bu işte bu kadar pamuk ipliğinde ve temelsiz.

Nefret söylemleri bir düşünce özgürlüğü de olamaz.Çünkü nefret öncelikle bir düşünce değildir.Ona nefret diyoruz çünkü içinde ''kötü'' dediğimiz duygular barındıran zarar verici unsurlar mevcut.Eşcinsellik hakkında bir düşünceniz,merakınız veya yargınız olabilir.Fakat kustuğunuz bir nefretiniz olduğu noktada bu düşünce olmaktan çıkıp bir insan hakları suçu olmaya girer ki insan hakları öyle kapsayıcı ve eşitlikçi sizin gibi nefret kusan insanların haklarını dahi somut adaleti tecelli ettiren hakkaniyetle korur.

Tahmin edecek olursunuz ki lgbti+ nefreti konusu temelini dini dayanaklardan almaya çalışıyor.Velev ki tüm lgbti+lar dinler tarafından lanetlenmiş olsun ki dini yorumdan yoruma değişen birçok şey var.Velev ki hepsi cehenneme gidip yanacak olsun.Burada gerçekten inanan insanı rahatsız eden şey o insanlara olan üzüntüsü müdür (ne haddine!) yoksa hali hazırda dışlanmış olanı ezme zevki iç güdüsü müdür? Bence ikincisi.Bugün fobik ve eril olan adaletimizin tam tersi olduğunu düşünelim.Homofobiye 0 imtiyaz olduğunu hayal edelim.Sizce o nefret kusanlar tweet atarken aynı rahatlıkta olup terör örgütü olmakla dahi suçlayabilecek miydi? Hiç sanmıyorum.Cezalar kişileri cezalandırmak öte yanlışlıkların sınırını çizmek için de vardır.Üstten bu yanlışlığın sınırları net bir şekilde çizilmiyorsa homofobiklik yapmanın nasıl bir caydırıcılığı olabilir? Bu değişimi bizim gibi toplumlarda tabandan çok tavandan da beklemek gerektiğine inanıyorum ki Türkiye tarihinde yapılan birçok ilerici devrim tavandan gelmiştir.Tabii bu demek değildir ki tabandaki mücadele sona ersin,hayır ermeyecek.Haklar aynı zamanda bir kazanım olacak.

Nefret kusanlara inat sevgiyi ve eşitliği savunanlar olacak.Ezileni ezmeye gönül vermişlere karşı insan haklarını bıkmadan usanmadan tekrar edecekler olacak.Tüm değişimler büyük rahatsız oluşlarla ve zulümlerle başlamıştır.Bugün Türkiye'de ''zulme'' uğradığını söyleyen kesimin nasıl iktidara geldiğini hep beraber izledik.Yarın zulme uğratılan lgbti+'nın haklarına ulaşamayacağını nereden biliyorsunuz? İnsan hakları mücadelesinde istisna yoktur.İnsan hakları mücadelesinde istisnalar kaideyi bozar.Ya hep beraber özgür,eşit,adaletli bir şekilde yaşıyor oluruz ya da bu birimiz için bile yoksa böyle bir şeyden söz edemeyiz.








5 Nisan 2020 Pazar

20 🍰 // Kendime Notlar


10'lu yaşları bu sabah itibariyle bitirmiş oldum! Doğum günü yazılarını eskisi kadar şevkle yazmıyorum ama bu kulağa bir özel geliyor.Sonuçta yirmilerin en başındayım,geriye dönük okuyacağım bir şeyler kalmalı :')

Bugün bir plan yok malum.Keşke eğlenceli bir şeyler yapabilseydik dışarda.Evde sıkılmıyorum fakat doğum günlerini severim ve kutlamak isterim.Neyse artık en azından güvendeyiz,şu anki tek derdim bu olsun :'D

Geriye dönüp bakınca genç yaşta birçok şey yaptığımı fark ettim.Aslında maddi-manevi birçok şeyin üstesinden gelmişim.Yalnız insan o durumların içindeyken neler yapabildiğinin farkına varmıyor.Böyle büyüdükçe aydınlanıyorsunuz.Eminim bugünleri de diğer bir doğum günü yazısında öyle anacağım.16'dan sonraki yaşlar benim için fazlasıyla zorlu ve yoğundu.Sınav stresi,ikili ilişkiler,arkadaşlar,yeni bir ortam,tadımı fazlasıyla kaçıran ve maruz kalmak zorunda kaldığım insanlar...derken 20'ye soluk soluğa ulaşmış gibi oldum.Geçmişte bana travma olmuş şeyleri şu anda daha olgun bir şekilde karşılıyorum.Buradaki kilit nokta artık aynı kişi olmadığımızı kendimize kabul ettirmek.''Evet,o Anıl bunları yaşadı onun için üzül ama şu an o sen değilsin;kişiselleştirme.'' Kilidi açan anahtar cümle de bu.Yalnız her defasında açamıyor işte.Biraz zorlamak,çabalamak lazım.Zaman bu yüzden her şeyin ilacı deniyor.

Bu yaşımdan da beklentilerim var.Hatta bu sefer daha büyük beklentiler.Öncelikle şu virüs illeti son bulsun istiyorum diğer herkes gibi.Sonra kendi merceğimden hayatıma dönüyorum.

*Üniversiteye dönünce kendi evime çıkmak istiyorum.Bir evi idare etmek,daha fazla yemek öğrenmek ve sorumluluklarımı paniklemeden çözebilmek istiyorum.

*Daha çok kitap ve hukuk hakkında güncel makaleler okumaya başlamak istiyorum.Aynı zamanda film kültürümü geliştirmeye hız kezmeden devam etmek istiyorum.

*İnsan ilişkilerinde bana verilen değer kadar değer vermek istiyorum.Ne fazlası ne de azı.

*Bedenimi ve kendimi daha fazla sevip en önemlisi daha fazla takdir etmek istiyorum.Bana ait her şeyin anlamının bende olduğunun bilincinden çıkmamak istiyorum.

*Üşenmeden yaşamak istiyorum.Üşenmediğimde yapabildiklerimin farkında olmak istiyorum.

*Daha az öfkelenmek istiyorum.Deneyimlerimin öfkemi dizginlemesini sağlamak istiyorum.

*Sempozyum gibi konuşmacılı etkinliklere katılıp alanım hakkında insanlar dinlemek istiyorum.

*Mutlu olmak istiyorum fakat her şeyden bağımsız bir mutluluk.Her şeyin berbat olduğunu hissettiğimde bile var olduğum ve neler yapabileceğime dair bir mutlu olmak istiyorum.

Hayatımın geneline ait istekler oldu biraz da.Önceki planlarımdan çok daha farklı ve genelleyici olduğuna eminim.Fakat hayattaki her şey birbiriyle öyle ilintili ki siz bir ilmeği attığınızda hop biri elinizden kaçıveriyor.O yüzden her şeyi aynı anda istemekte bir aç gözlülük olduğunu düşünmüyorum.Bir şeyleri çok istemeye hakkımız var.Ben de her bir maddeyi çoook istiyorum ve bu yazıyı tekrar okursam da kendime söylüyorum ki: Lütfen 20'li yaşlarını 30'lu yaşlarına geldiğinde kendini takdir edip gülümseyerek  bakabileceğin şekilde yaşa! İlla ki olumsuzluklar olacak fakat bunların hiçbiri senin vizyonundan bir şey eksiltemesin.Kötü günler kötü bir hayat demek değil.Üstlerine basıp basıp geç.Daha önce yaptığın şeyleri unutma.O da sendin.

***

***




3 Nisan 2020 Cuma

Farklı Duygular,Kitaplar,Filmler ve Şiirlerim ☕


Günlerin hiçbir anlamı kalmamış gibi.Saatler de keza öyle.Her gün birbirinin aynısı.Ekstra dışarıda yaşanan bir plan olmayınca insan her şeyiyle kendi içine dönüyor.Ailesine,hayatına,benliğine...sevmedim desem bu olayı yalan söylemiş olurum.Belki de herkesin böyle bir soluklanmaya ihtiyacı vardı.Yenilenmeye başladığıma artık eminim.Her açıdan hem de.Mutluyum bu yüzden blog.

Son okuduğum kitap ve terapistim bana mental açıdan çok iyi geldi.Farklı düşünmeye başladım ve bunu zorlayarak yapmıyorum.İçimden geliyor,o olaya öyle değil böyle bakacağım diyorum ve bakıyorum.Formül şu aslında: Bugüne kadar ne yapıyorsan tam tersini yap.Normalde şu olay yaşandığında ani bir tepki verir kızar mıydın? Kızma.O olaya sesini çıkarmaz kabul mü ederdin? Etme.Kendine karşı bir *çelınç gibi hayal edebilirsin.İyi hissettim bu yüzden.Daha önce yapmaya çekindiğim şeyleri denedim mesela şu iki haftada.Babamla araba sürmeye başladım.Beklediğimden çoook daha kolay bir şeymiş.Hatta fazlasıyla basit geldi desem abartmış olmam.Sadece acemi olduğum için dönüşler vs. gibi teknik olaylar zorluyor.Bir de şu debriyaj...midem bulanıyor her dur kalkta.Fakat kolay çözeceğe benziyorum,bu konuda kendime güvenim tam.Bir de yemek yaptım ilk kez blog! Aslında mutfakta anneme yardım ederdim ama hep basit şeyler.Sofrayı kurma,bulaşık dizme vs. Bu sefer bildiğin yemek yaptım! Anasınıfında patates baskı yapıp eve anneme göstermeye gelmiş gibi mutluydum.Barbunya ve meyhane pilavı yaptım.Çünkü en sevdiğim iki yemek :') Onlar da beklediğimden kolay çıktı.Sulu yemek yapmak hamur işlerinden daha keyifli.Böyle karıştırıyorsun bir şeyleri ve bir şey çıkıyor.Aslında mutfak çok matematiksel ve kimya bilgisi falan gerekiyor.Keyif aldım ki hiç sevmezdim mutfakta bir şeyler hazırlamayı falan.Eve çıkmadan önce aile evinde böyle böyle denemeler yaparak hazır olmak istiyorum.Onun dışındaki ev işlerini zaten herkes kadar beceriyorum.

Dehşet güzel iki film izledim fakat onlara gelmeden okuduğum kitaptan bahsedeyim.Ursula'nın ''Karanlığın Sol Eli''ni okuyorum.Bu kitabı da yaptıklarımın tersini yapma adına aldım.Aslında bilim kurgu okumam yani uzun zamandır okumadım desem daha doğru olur.Fakat bir tık özlediğimi hissettim.Sanırım biraz da bu dünyadan daha da bir uzaklaşmak istedim.Aynı zaman da Amerikan Edebiyatına karşı da ön yargılıydım.Dilleri bana biraz yavan geliyordu.Böyle akmıyor sanki anlatımları.Ursula bu iki tabumu da parçaladı.Kitapta miss gibi bir kurgu ve akış var.Sadece ben bilim kurguyla haşır neşir olmadığımdan fazlasıyla yabancı öge aklımı karıştırıyor.Kitabın konusu herkesin çift cinsiyetli olduğu Kış adlı bir gezegende geçiyor.İktidar,krallık,cinsiyet,aşk,sınıf gibi birçok tema bizden çok farklı bir evrende işlenmiş.Aslında bir tık ütopya gibi.Fakat Ursula bilim kurgunun yalnızca kurgu uğruna olduğunu,bir ders verme veya sorumluluk alma zorunluluğunun olmadığını söylüyor ön sözünde.Ayrı bir yazısını yazarsam bu sözlere daha fazla değinirim çünkü çok şey düşündürdü ve hoşuma gitti.

Filmlerden bahsederken bile heyecanlandım çünkü özlemişim böyle kurgularla tanışmayı.İlki Agnes Varga'nın Vagabond'u.Bu yönetmeni vefat ettikten sonra feminist sayfalar aracılığıyla tanıdım.Film otostop çekerek gezen bir kadının ölü bulunmasıyla başlıyor ve film boyunca bu kadının o ölüme gitmeden önce yaşadıklarını,onunla tanışanların ifadelerini dinliyoruz.Filmin Türkçe adı ''Yersiz Yurtsuz'' tam olarak da bu tabirdeki gibi Mona isimli genç kadın yarının planını kurmadan ilerlemeye devam ediyor.Neden bunu yaptığını vs. de bilmiyoruz.Mona sadece ilerliyor,geziyor,kamp yapıyor.Yeri geliyor onun gibi özgür olmak istiyorsunuz yeri geliyor onun kaybolmuş biri olduğunu düşünüp acıyorsunuz.Bu ikilemler arasında hem kendi hayatınızı sorguluyor hem de Mona hakkında ifade veren insanlardan toplumun kadına olan bakış açısına şahitlik ediyorsunuz.Bu gezgin bir erkek olsa neler değişirdiyi düşünüyorsunuz.Tabii Mona'nın nasıl öldüğünü de merak ediyorsunuz.Onun ölümünün nasıl olduğunu tahmin etmek de bir yandan içinde bulunduğumuz erkil toplumun bizim psikolojilerimizi nasıl etkilediğinin içsel bir örneğini gözler önüne seriyor.İzleniseli bir film.Monotonluğunun içinde akıp giden güzel bir kurgusu var.




Joan Baez - Baby I'm Gonna Leave You


Diğer filmimiz ise benim favori yönetmenlerimden Kieslowski'nin Öldürme Üzerine Kısa Bir Filmi.Bu filme de tesadüfen denk geldim ve yönetmenine-konusuna bakıp direkt başladım.Burada da yersiz yurtsuz diyebileceğimiz fakat Monadan daha katı ve serseri olan bir genç erkeğin yaşadıklarını izliyoruz.Şehirde avare avare gezerken çeşitli bilinçli kötülükler yaparak ilerliyor.Daha sonra üstüne bir taksiciyi deyim yerindeyse süründürek öldürüyor.Daha sonra genç bir avukat ki filmin konusu bu yüzden ilgimi çekti onun avukatlığını yapıyor.Burada kilit nokta şu ki öldürülen taksici oldukça leş bir insan.Kötü fikirli,kalpli ve film bize bunu tepeden tırnağa hissettiriyor.Bu ölüm hakkında nasıl düşünmeliyiz o halde? Hukuk sisteminin cezaları kişiyi terbiye ettirmek için midir yoksa sadece diğerlerini caydırmak için midir? Farklı bir kamera açısıyla izlediğimiz son derece sanat kokan bu filmin içinde böyle sorulara kendi içimizde cevaplar arıyoruz.Şu karantina günlerinde içimize dönmüşken tam da bu tarz filmlere ihtiyacımız olduğunu düşüyorum.Eklemeden geçemeyeceğim filmin müzikleri de her Kieslowski filminde olduğu gibi tüylerinizi diken diken edici derecede muazzam.Dünyadan böyle özel ruhların geçtiği bilerek yaşamak ilham veriyor bana.




Dekalog Part 12 Sountrack


İlham demişken bu sıra şiir konusunda da oldukça üretkenim.Şu iki haftada üç tane şiir yazdım.''Poemia'' adlı bir uygulamada *dorianil ismiyle yayımlıyorum.Yalnız bu uygulama beni pek kesmedi.Farklı yerlerde de yayınlama peşindeyim.Belki sadece şiirlerim için ayrı bir blog açabilirim ya da bildiğiniz daha etkin bir uygulama,site vs. var mı? Ben de araştıracağım.Güzel şeyler çıkardığıma inanıyorum.Gece gelen ilhamın yazdırdığı şeyler sabah da aynı şeyleri hissettiriyorsa o yazıdan emin olurum,şükür ki öyle oldu.

Bu yazıya şiir eklersem çok uzun olabilir bir de kel alaka olmasın şimdi.Belki ayrı yazılar halinde burada bile yayınlamaya başlarım,bir tanesini önceki yazılarda yayınlamıştım bakabilirsiniz.

Öyle işte...5 Nisan doğum günüme iki gün kaldı...Evde geçirmek zorunda kaldığım için kırgınım biraz.Fakat bu benim şanssızlığım değil o yüzden kişisel almıyorum.Dünyada onca felaket olurken buna canımı sıkamayacağım.Yine de 20. yaşım için hep heyecanlıydım.Daha coşkulu geçirmeyi isterdim o günü.Neyse bakalım.

Kendinize iyi bakın,sağlığınıza dikkat edin ve mümkünse evinizde kalın.Tumblrda güzel bir söz okudum iliştireyim: Eve tıkılmadın,evde güvendesin.Bakış açısı.

Sevgiler,

çav.

21 Mart 2020 Cumartesi

Korona Günlerinde Yaşam,Boş Zamanı ''Değerlendirmek''?


Resmen evlere kapanmış durumdayız.Senaryolarını izlediğimiz olaylar bir bir gerçekleşiyor.Bir yanımız işin goy goyunda bir yanımızsa fena halde korkmuş durumda.Kimileri ise komplo teorileri üretiyor.Herkes başımıza doktor kesildi,tavsiyeler havada uçuşuyor...evlerden ruhsal bütünlüğümüzü korumuş bir halde çıkabilirsek ne mutlu.

Kendi hayatımda işler bayağı yolundaydı halbuki.Tam ben her şeye alışmışken dünyanın sonu falan geldi.Belki de dünyanın sonunun geldiğini düşündüğüm için hayatımın kıymetini anladım sadece.İki türlü de hala bile iyi hissediyorum.Anksiyetem bomboş konular için çalışırken virüs konusunda pek gelmedi,onu da ehlileştirdim;baş etmeyi öğrendim.Bilimsel şeylerde kuruntu yapmaya gerek olduğunu düşünmüyorum.Yani kurabileceğiniz bir nokta yok.İki artı iki dört.Bu virüse yakalanmak istemiyorsan yapabileceklerin belli.Ha yakalansan bile her hasta hastanede yatmak zorunda değil.Yaşın gençse,kronik rahatsızlığın yoksa evinde bireysel karantina altında ilaçlarını kullanarak atlatıyorsun.Aksi halde bile iyileşme oranı ölüm oranından çok daha fazla.Yine de taşıyıcı olma riskimiz de var.Bu yüzden evlerde kalmak zorundayız.Biz bir kere yürüyüşe çıktık mahallede,bir kere de arabayla gezindik o kadar.Dışarıda pek fazla insan yoktu,hep bizim gibi hava almaya çıkmış aileler geziniyordu.Fakat yine yaşlılar ağırlıkta.Neyine güveniyorlar acaba? O açıklanan ölü sayıları,vakalar da benim senin gibi bir insan.Yakınına ya da sana bir şey olsa sen de o sayılardan biri olacaksın.Bak bakalım o zaman düz bir sayı geliyor mu sana.Herkes bu işi haddinden fazla ciddiye almalı.Ciddiye almanın panik yapmakla aynı şey olmadığı bilerek...

Bireysel karantina günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?

Ben Almanca çalışıyorum,yeni sipariş ettiğim kitaplarımı okuyorum ve ara ara da ders çalışıyorum.Yogaya da başladım gün aşırı yapmaya çalışıyorum canım isterse.Onun dışında bomboş online oyunlar,televizyon vs.Film izleyemiyorum pek.O hayatların normal akışı beni tetikler diye korkuyorum.Kitap okumak şu aralar daha sağlıklı sanki ki öyle izleyecek bir şeyler de bulamadım.Şöyle benim tarzımda dizi-film önerisi yapabilirseniz sevinirim.Her neyse.Öyle geçiyor işte.Bakıyorum bazı insanlar aşırı şu günleri değerlendirmeye odaklanmışken bir kısmı ise en bet günlerini yaşadığını söylüyor.Şu kelimeye takıldım ben bu iki uç arasında: değerlendirmek.Yani boş zaman değerlendirilmek zorunda olan bir şey mi sizce? Bana biraz kapitalist bir kelime geliyor bu.Yani hep bir üretimde mi olmak zorundayız? Neden bu sistem içinde bazen dümdüz uzanıp düşünmek bizlere lüks kabul ediliyor? Her gün işe gitmek,okumak,ev işi yapmak zaten bir zaman değerlendirme zorunluluğu değil mi ki? Tabii aslında kast edilen anlamı biliyorum ama o anlamın devamında suçluluk hissetmemizin ne kadar yanlış olduğunun farkına vardım.Mesela ben normal hayatımda boş zamanlarında gerçekten bomboş geçiren biriyim.Benim için kitap okumak boş zaman aktivitesi değil.Hatta en yoğun zamanlarımda kitaba zaman ayırmayı daha çok severim.Lisede sınav senemde bile teneffüste 15dklık bir kitap okuma bana bomboş zamanda bir saat okumaktan tatlı gelirdi.Filmler için de öyle.Bunlar zaten zaman ayırabileceğimiz şeyler.Boş zamanınızı dolduruyorsanız aslında tam bir değerlendirme mi tartışılır.Bu değerlendirme de sizin yaşam biçiminize bağlı olarak değişir.Bu konuda düşündüm işte böyle.İşin özü suçluluk hissetmemize gerek yok.Dümdüz ölmeden geçirsek de şu süreci hepimiz için en hayırlısı olur :)

Bir de ünlülere kafam bozuldu.Hepsi malikanelerinden biz normal insanlara ''hepimiz aynı gemideyiz'' mesajı veriyor.Ah canım ya sağ ol.Dünya için bir sürü yardım yapabilecek paraları varken video çekip ''peace and love'' mesajları vermek bana çok basit geliyor.Varlıkları umurumda değil,hepimizin geliri eşit olmak zorunda kafasında da değilim.Sadece yapaylık beni deli ediyor.Hepimiz aynı gemide falan değiliz,hadi bunu kabul edelim.Hepimiz aynı gemide olsak bile kamaralarımız hep farklı olacak.İster insan ürünü bir sistem deyin buna isterseniz de doğanın kanunu.

Üniversiteler nisan sonuna kadar yok,kesinleşti.Online eğitim var dediler ama ekstra bilgi vermediler.Sistem bu kadar insanı nasıl kaldıracak göreceğiz.Allahtan bölüm olarak zaten uzaktan ders çalışabilme imkanımız var.Kişiler hukuku kitabını bitirmeme az kaldı sonra Aileden kendim devam etmek istiyorum,zaten bir kısmını işlemiştik.Online derslerin olmasını da istiyorum.Bir dersi hocayla ilerletmek tek başına yapmaktan farklı.Dediğim gibi tam her şeye alışmışken bu koca tatil girdi araya.Ben eve dönmeyi düşünecek kadar büyük bir çöküş yaşamışken her şey bir anda tersine döndü.Şanslı hissettim kendimi ilk kez bu kadar.Hatta bir de oda arkadaşımla ev bakıyorduk dönmeden.Ya eve çıkmış olsaydık ve sonra bu olaylar denk gelseydi? Maddi-manevi bir hüsran.Şimdi artık dönüşüm eve çıkmakla olacak inşallah.Bu hazin olayın benim hayatıma tek pozitifimsi etkisi bu oldu.Aldıklarının yanında bir hiç olsa da şu noktada hayatımızın olağan akışından da kopmamak lazım.Dünya bu olaylardan çok da dehşet şeyler yaşadı.Yaşanan onca savaşı düşünün.İnsan eliyle öldü milyonlarca kişi.İnsan insanı kesti biçti.Virüsten çok daha korkunç geliyor bana.Ona rağmen bile insanlar sabah uyanıp işlerine devam etmek zorunda kaldı.Öğrenciler bir şekilde eğitimini aldı.Bu süreçler bitince kimse bize acımayacak.Elimizdeki şeyleri kaybetmeden devam etmemiz lazım,kendimiz ve toplumumuz için.

Manifestolarımı da verdiğime göre çekilebilirim!

Siz neler yapıyorsunuz? Bahsettiğim konular hakkında düşünceleriniz neler?

Kendinize dikkat edin,iyi davranın!

çav.


Doğum günü karantinaya denk gelecek bütün koç burcu arkadaşlarım ve kendim için :') ♥


17 Mart 2020 Salı

Burada Gömülüdür // Ahmet Erhan'dan Dizeler (Şiir)


Ahmet Erhanın kalemiyle tanıştığım için çok mutluyum.Her şiiri,her dizesi beni bana anlatır cinsteydi.Özellikle şiirlerin yazım yılına dikkat ederek okudum,yaşını hesapladım.Beni bu kadar iyi anlatabilen birinin bana benzeyebileceğini düşündüğümden benim yaşımda yazdığı şiirlerini tekrar tekrar okudum.Dili o kadar sade ama bir o kadar dokunaklı ki bunu sanki siz de ifade edebilirmişsiniz ama yaşamanız da gerekiyormuş gibi bir hisse bürünüyorsunuz.Genç yaşta yazdığı şiirlerini nispeten daha fazla sevdim.Büyüdükçe biraz daha pervasızlaşmış sanırım.Daha bölük pörçük ve küfürlü yazmaya başlamış.Konular da daha somut şeylere indirgenmiş.Bu yazıyı hem dönüp kendim de okuyabilmek adına hem de Ahmet Erhan'la sizi de tanıştırmak istediğim için yazıyorum.

*kendi cebinde paslı bir bıçak taşıyan biri
  önüne çıkan herkesi katil sanıyor 
  (alacakaranlıktaki ülke)

*bir dal hiç bu kadar benzemedi
  pencereye uzanmış bir namluya
  (ülkemde bir gece)

Erhan'ın şiirlerinde kendi kuşağının acıları,sıkıntıları ve en çok da ölümleri yer alıyor.Şiirlerinde ölümden fazlasıyla bahsediyor.Yalnız ölümden onun anladığı biraz farklı onu da şu dizelerinden anlayabiliriz:

*sevdiğim şairlerin çoğu intihar ediyor sonunda
  ölümü bir yaşam boyu gözaltında tutmuş gibi...
  ama her gün herkes intihar etmiyor mu şu dünyada?
   ...
  sahte gülücükler,yalan dolanlar,üleşmelerle
  binlerce insan intihar ediyor farkında olmayarak
  (dönüşün senfonisi)

*ağlıyorum şimdi bir tabutun önünde
  biraz sonra eve gidip şiir yazacağım
  yaşamın güzelliği üstüne
  (kuşağım,acılı kuşağım)

*bugün oturdum ölümü düşündüm
  yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken
  (bugün oturdum ölümü düşündüm)

*ölüleri hep kefenlere sararlar
  bir yaşam boyu sıkılı duran yumrukları
  toprağın üstüne çıkmasın diye
  (koro her zaman haklıdır)

*sevgili ölüm
  artık anlıyorum şimdi anlıyorum
  ben hep yaşarak
  seni büyütürmüşüm
  gün gün
  (nostalji)

Aynı zamanda zihinsel bulantılarını da dizilerine çok hissedilir bir biçimde yansıtmış.

*bilincim öyle bomboş ya da öyle çok dolu ki birbirini itiyor
  her görüntü,her söz
  (tiksinti)

*ben kendime küsmüşken
  benimle kim barışabilir?
  (kyble'nin son oğlu)

*bana bir yara kaldı
  bir de yaşama isteği
  belli belirsiz
 (sonun sonsuzluğu) 

*ey yüreğimde doğan isa!
  haydi,yeniden çarmıha geril
  bu son ölümün olsun
  ve bir daha doğma!
  (sonun sonsuzuğu)

*bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
  ayrıkotları,dikenler bürümüş
  (oğul)

Şimdi de son olarak beni vuran o dizelerine geleyim.İşte bu dizelerle onda kendimi buldum:

*kendimle öyle çok konuştum ki
  şimdi herkes niye susuyorsun diye soruyor
  (hareketsiz yolcu)

*kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
 ödüm kopuyor,bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
  yenilmeyeceğim,boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
  hep direnen bir yanım kalacak
  adımın soluk izi,acının seyir defterinde
  (gülşiir)

*her şey benim dışında olup bitiyor
  ve beni katıyor kendine
  (çaresizlik)

*radikal bir çiçeğim ancak kendi saksısında açan
  (hayır hayır hayır hayır)

*acı,takunyalar giyerek yürürdü yüreğimde
  sevincinse tüyden ayakları vardı
  (milattan önceki şiirler)

Şair Akdenizli olmasından,Akdeniz sevgisinden de deniz,portakal ağacı gibi ögelerle sık sık bahsediyor.Onun bu sevgisini okurken ben de büyüdüğüm Akdenizi,serin akşamlarını,tahta iskelelerini ve en çok da çocukluğumu özledim :')

Teşekkür Ederim Ahmet Erhan,

çav.





16 Mart 2020 Pazartesi

Planlar Yaparken Yaşadıklarımız,Evde Günler ve Birtakım Hisler


Yazmayalı neredeyse bir ay oldu ve dünyanın şu bir ayda başına gelenlere bakın.Nasıl bir dönemden geçiyoruz böyle? Tüm insanlık olarak ektiğimizi biçme vakti mi geldi? Ürkütücü.

Tatil haberini alır almaz efe turun bayiisine koştum.Ertesi gün direkt gidecek kadar hazır olmadığımdan Cumartesiye bilet buldum.Bu noktada üniversite öğrencilerini eleştirenler görünce sinirim tepeme çıktı.Öğrencilerin bir çoğunun ne şartlarda okuduğunu biliyor musunuz? O bet yurt ve okul yemeklerinden haberiniz var mı? Sanki Türkiye'de yaşamıyormuş gibi sıcacık evlerinden bizlere ahkam kesmeleri öyle sinirlerimi bozdu ki anlatamam.Bu zorunlu tatilden hiçbir öğrenci mutlu değil.Herkes o bilet kuyruğunda çok gergindi.Birilerini arayıp duruyordu.Herkesin eli yüzü kapalıydı.Ben de yol boyunca annemin daha önce vermiş olduğu büyük maskemi taktım.Benimle birlikte maske takan bir genç dışında kimse maske takmıyordu.Evet maske hasta olanlar için gerekli ama herkes kendinden nasıl bu kadar emin? Belki taşıyıcısın? Tek tek evleri geçip test yapamayacaklarına göre herkes ama herkes kendini bir taşıyıcı olarak kabul etmeli.Temastan kaçınmalı,maskesiz toplu alanlarda bulunmamalı ve en önemlisi sağlığına dikkat etmeli.Bahar alerjimizin denk gelmesi de hiç hoş olmadı.Şimdi grip,bahar alerjisi olduğumuz an içimizi bir korku kaplıyor;anlık öyleyim.

Üniversitede iki hafta kalabildim.İlk hafta yine çok depresifti ama şu son hafta tam her şeyi rayına oturtmuştum,çok keyifli geçiyordu ki laps tatil geldi.Tabii bunu da kendi şansıma bağlayıp saçmalamayacağım :'D Ama tatil olsun istemezdim herkes gibi.Hem işleri tam rayına oturmuştum hem de yolculuk gerçekten yorucu bir olay.Otobüs yolculuklarından nefret ediyorum artık.Aşırı primitiv değil mi ya? Her yere tren falan yapılmalı bir şekilde.Yüz insan aynı ortamda belimiz kıçımız ağrıyarak 7.5 saat geçirdik.Ağh.

Kızlarla buluşucaktık bugün ama vazgeçtik.Dışarı çıkma zamanı değil.Lütfen siz de evinizde kalın.İtalya gibi korkunç örnekler var elimizde.Gördüğüm bir videoda turist akışını kesmemek için her şey normal diye video paylaşmış bir İtalyan devlet görevlisi.Ne oldu peki o iki haftada? Bizdeki yapılan önlemlerin erken ve güçlü olduğunu düşünüyorum.Aşırı güvenmek de saçma aşırı güvensizlik de.Twitter'ın gücü sağ olsun herkes kendini bilir kişi sanıyor.Bir kısım kendine aşırı güveniyor virüsü salladığı yok birileri de herkesin her yaptığını eleştirmek gayesinde.Hep beraber yaşayamıyoruz bari ölmeyelim,lütfen!

Bu üç haftada bol bol Almanca çalışıp ders çalışmayı düşünüyorum.Film-dizi falan zaten mutlaka izlerim.Kitap da okunur...Bu süreçte evde neler yapabileceğimiz hakkında bir yazı yazabilirim.Aslında fikri çok saçma gelmişti.Bir şey yapmana gerek yok otur ve ölme işte kafasındaydım ama evde kalmak çok bunaltıcı valla.Film önerileri yapabilirim bu başlıkta bonus olarak dizi-kitap da eklerim.

Gündemde başka ne konuşuyorduk virüsten önce unuttum resmen.Şimdilik bu yazıyı bırakayım buraya.Şu günleri de yazma açısından değerlendirmek istiyorum,yeni yazılarla kısa zamanda dönerim inşallah!

Kendinize lütfen dikkat edin.Acil durumlar dışında evinizde kalın.Virüsün hangi şehirlerde olduğunu bilemiyorsak kendi şehrimizdeymiş gibi davransak hiçbir şey kaybetmeyiz değil mi?

Güvende ve sağlıcakla kalın,

çav.



 🙏