2 Ağustos 2020 Pazar

Yenilikler,Planlar ve Birtakım Farkındalıklar ☕

Geldim blog.Uzun bir ara verdim biliyorum,yazmayı fena halde özledim.

Taşınma işleri bitti.Yeni evdeyiz,yeni odamdayım.Taşınma süreci bu sefer öncekilerden de daha zordu.Şimdiki dairemiz daha büyük ve bizden önce gelen temizlikçiler hiçbir şeyi neredeyse ellememişti.Baştan tekrar tekrar temizlik yaptık.Sinir bozucuydu.Yerlerdeki sigara izmaritleri bile duruyordu o derece söyleyeyim.Şükür yerleştik ama.Tabi hala eksikler çıkıyor.Odamda yapmak istediğim şeyler var,her şey hallolduktan sonra sizinle paylaşırım.Şimdiki evimiz Çanakkale'nin çok daha farklı bir bölgesinde.Artık şehrin diğer bir yakasına yakınız öyle hayal edebilirsin.Komşularımız çok tatlı insanlar.Taşınma sürecinde iki daireden de atıştırmalık şeyler geldi.Daha önce alışkın olmadığımızdan şaşırdık mutlu olduk.Bir aile de geçen gün bayramlaşmaya geldi.Kibar insanlarla bir arada olmak bazen evin kendinden bile önemli oluyor,o açıdan şansımız yaver gitti.Konum olarak henüz tam alışamadık gibi.Önceki evimiz her yere o kadar yakındı ki şimdi garipsiyoruz.Büyük şehirler için hiçbir şeydir eminim bahsettiğim mesafeler ama bize fazla gelebiliyor.Kendi adıma büyük oranda alıştığımı söyleyebilirim,mutluyum.

Bu işlerle meşgulken birçok şeyi boşladım başta blog olmak üzere tabi...Fakat gündemi olabildiğince takip etmeye çalıştım.Özellikle hukuki gündemi elimden geldiğince gözlemlemeye çalışıyorum.Aslında bakarsan blog Türkiye'de hukuki bir tartışma bile yok.Her şey o kadar siyasallaştı ki insan haklarını bile siyasetten bağımsız düşünebilecek noktada değiliz,ne acı.Fakültelerde öğrenilenle gerçektekinin pek bir alakası yok.Olsun istiyoruz,istemekten de vazgeçmeyiz.Bazen kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz gibi hissediyorum.Hiçbir şey mi istediğimiz gibi gitmez,hep mi acı hep mi katliam...Nereye kadar? Hepimiz mi gideceğiz bu şekilde? Bu konular hakkında yazmak istediğim ayrı bir blog açmaya çalıştım ama hüsran oldu.Hiç beceremiyorum inan,bana tavsiye edebileceğiniz bir platform olabilir mi? En kötü burada da gündeme dair bir şeyler karalamak istiyorum.Bazı şeyler sürekli konuşulmalı,konuşmaktan bıkmalıyız hatta,sonra yine konuşmalıyız.Bugün yaşanan tartışmalar ve kaos o bıkmaz usanmaz konuşmaların ürünü.

Geçen gün ilk defa terapistimin önerdiği gibi sorunlarıma bakmayı başarabildim.Önce neden öyle hissettiğimi sorguladım sonra 3. bir gözmüş gibi değerlendirmeye çalıştım.Yaptığım araştırma ve okumalar sonrasında da kaygılı bağlanma özelliklerine sahip olduğumu gördüm.Tam olarak öyleyim diyemem çünkü psikoloji çok kompleks bir şey.Belki bu ilişki de ortaya çıkmış olabilir ama yarın farklı şekilde kendini yok edebilir.Fakat özelliklerini taşıdığını görmek beni rahatlattı.Çünkü sebep varsa çözümü de devamında gelebilir.Kaybetme korkusu dediğimiz birçok şey aslında salt karşımızdaki insanla ilgili değil.Bizimle ilgili olan kısmı büyük.Evet karşımızdakini seviyor olabiliriz ama bilinçaltımızda var olan kaygılı bağlanılmışlık bize sürekli bir şeylerin yolunda gitmediğini fısıldayabiliyor,her hareketten bu şekilde bir anlam çıkarıyor,kendimizi kendimize yargılatıyor.Bunun birçok psikolojik şeyde olduğu gibi bebekliğimizle-çocukluğumuzla ilgisi varmış.Daha çok annenin davranışları üzerine bulgular gördüm.Fakat anneci ebeveynliği kabul edesim gelmiyor.Ebeveyn dediğimiz zaman neden sadece anne büyük bir sorunmuş gibi kalıyor? Toplumdaki baba sorunu tartışılandan çoook daha fazla değil mi? Freud kesin bir şeyler demiştir bunun hakkında.Onu da ne kadar seksist bulsam da psikolojik tespitlerini eleştirmek haddime değil zaten yaşadığımız dönem bile bambaşka.Kaygılı bağlarımızı nasıl koparıp güvenli hale getirebiliriz ki? Bence zor.Yani hep o şekilde sevmeyi öğrenmişsek aksini yapmak kendimizde değilmiş gibi hissettirir.Burada devreye ''fake it until you make it'' girebilir.Bir videoda şundan bahsediyordu: İnsanlar olarak hayatta kalma içgüdümüzle olaylar yaşadığımızda çok hızlı karar veririz.Bu avcı-toplayıcı insandan bize ulaşan bir kalıtım gibi düşünülebilir.Örneğin sevdiğiniz birinin size soğuk yaptığını düşündüğünüzde hemen yazıp düzeltmek istersiniz.Bu kendinizi kurtarmak için aklınıza ilk gelendir fakat en doğrusu veya romantiği demek değildir.Önemli olan,mesaj üzerinden devam edersek,o mesajı neden yazdığınıza karar vermek.Gerçekten sevdiğiniz kişiyle konuşmak için mi? Kaybetme korkusu yüzünden mi? Çok hoşuma gitti blog bunu kendimde fark etmek.Her ilişkilenmem de bu özelliğimi hatırlayacağım.Tabi bence karşı tarafın da etkisi büyük.Bazı insanlarda kaygılı bağlanma ilişkilerinden sonra ortaya çıkmış mesela.Bazen dümdüz karşınızdaki dengesiz biri oluyor.Onun dengesizliğine ayak uydurmak için kendimizi de kurcalamamak lazım.Günün sonunda biz bizim davranışlarımızdan sorumluyuz,kendimizi tanımak onu tanımaktan da daha önemli ve uzun sürede sağlıklı.

Bu Cumartesi Osmaniye'ye gidiyoruz.Bir haftalık memleket tatili olacak.Yaylaya çıkacağız,kebap yiyeceğiz,şalgam içeceğiz...oh! Bu sefer daha fazla fotoğraf çekmeye çalışırım.Öncekinde eksik olduğunu anımsadım.

Kafam biraz karışık blog.Anlatacak bir şey de bulamıyorum yazasım gelse de,en iyisi kararında bırakmak.Gitmeden dün izlediğim bir filmi önermek istiyorum.İran Sinemasından :') Leila Hatami oynuyor.İsmi ''Dar Donya ye to Saat Chand Ast?'' yani ''Senin Dünyanda Saat Kaç?'' Çok duru bir romantik film.İran sinemasından daha önce defalarca kez hayranlıkla bahsetmiştim zaten,izleyin mutlaka derim :)


🌻🌻🌻




‎در دنیای تو ساعت چند است؟