22 Temmuz 2018 Pazar

Birtakım Melankolik Hisler,Rutin Hayat ve Kitaplar


Şu iki hafta üzerimden tır gibi geçti; yorgun ve hastayım,blog yazmak için mükemmel zamanlama(!)

🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛


🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛🌛

Geçen hafta kuzenlerim bize geldi.Gökçeyi zaten tanıyorsunuz bu sefer Ece abla da geldi.Hafta boyunca planlar yapıp dışarı çıktık.Daha çok akşamları basketbol turnuvalarını izledik.Çanakkale'de yazın yapılabilecek en ulaşılabilir ve eğlenceli aktivitelerden biri.Yazları, bir iki kez sponsorlar sayesinde kordondaki sahada gerçekliyor.İzlemesi oldukça keyifli,akşam üzerinden geceye kadar izlediğimiz oldu;artık ne derece bağlı olduğumuzu anlayın :'D

Fark ettim ki Çanakkale'de yapılacak pek fazla bir şey de yok.İzmir'de her gün farklı bir şey yapabilmiştik.Burası o konuda büyük şehirde yaşayan kişiler için oldukça sıkıcı gelecektir,buna eminim.Fakat büyük şehirin kalabalığından ve kabalığından da eser yok.Hangisi daha önemli artık bu kişilere kalıyor.Küçük şehirlerde büyümüş biri olarak Çanakkale'yi tercih ederim.Fazla insana asla gelemiyorum.

Geçen Pazar dershane sınavı olduk,sınıf belirleme sınavı.Kalemliğimi unutarak gittim salak gibi.İlk başta büyük bir panik yaşasam da şükürler olsun ki tam arkamda sevdiğim bir sınıf arkadaşım oturuyordu.Sınıftan birileri de yardımcı oldu.Kalemi de silgiyi de edindim.Korkumdan soruların altını fazla çizemedim ve işlemleri sıraya yaptım.Yine de sonuç güzel gelmiş ki ilk sınıfa yerleştim.Fakat kendime çok fazla yüklendim yine.Sınav sonucum,özellikle matematik,asla tatmin etmedi.Kalemliğimi unutarak gittiğim için insanlara verdiğim izlenimi düşünüp durdum.Kendime karşı hiçbir zaman bağışlayıcı olamıyorum.En küçük tökezlememde en büyük düşmanım yine kendim oluyorum.Ne kadar yanlış olduğunun o kadar farkındayım ki...elimde değil işte.Bazen insan kendine söz geçirememesini düzeltmeye çalışırken bile kendine söz geçiremiyor.

Bu hafta dershane başladı.Sabah 9.30'dan 13.30'a kadar.Bazı günler etütler ve soru çözümü var.Tahmin ettiğimden daha yorucuydu.Bundan önceki bütün yazlarım evde pineklemeyle geçerken sabahları erken uyanmak çin işkencesi gibi geldi.Bir de kıyafet derdi var.Yazları oldum olası sevmiyorum.Hele bu yazdan nefret ettim.Nasıl bir sıcak tarif bile edemiyorum.Nefes alamıyorum resmen.Lütfen hemen sonbahar gelsin,hatta kar kış da olur...Dershane ortamı okul gibi.Bir sürü tanıdık var ve bu çok da güzel bir şey değil.Okulda zaten bunalıyoruz bir de dershanenin okul gibi olması insanı fena halde darlıyor.Bu haftayı alışma olarak kabul ediyorum,umarım bu haftayı daha güzel geçireceğim.

Hiç yoktan hasta oldum.Yediğim yiyeceklerden olduğunu düşünüyorum.Mide bulantısı,ateş,kemik ağrıları...Annem sayesinde biraz daha iyiyim.Hasta olmam gerekmeyen zamanlarda hastalık pusudaymış gibi ortaya çıkıyor.Geçen dönem yazılı haftası boyunca ciddi anlamda hastalanmıştım.Çoğu sınava hazırlanmadan girmiştim.Şimdi dershane başladı,pazartesi sınavımız var ve dakika bir gol bir anıl hasta.Tamam evrene negatif enerji yaymayacağım,her şeyi kabullenen biri olmaya başladım ama biraz ben de şanslı biri olabilir miyim lütfeeeen?!

Bol şikayetli bir yazı oluyor,farkındayım.Yazdıkça rahatlıyorum,ne yapayım.Siz pozitif enerjinizi koruyun,ommm.

Ruhsal anlamda da pek iyi değilim aslına bakarsanız.Pek çok şeyi,insanları sorguladığım bir dönemdeyim.Sanki ilişkilerimde hep bir noktada tıkanıyorum.Bunun sebebi benim çok düşünmem ve insanların umursamazlığı sanırım.Belki umursama kapasiteleri o kadar ama hep daha fazlasını bekliyorum,istiyorum.En ufak olayların bile kalbimi kırmasına izin veriyorum.Dünkü filmde güzel bir replik vardı ''Kimseye hayallerini yıkma iznini verme'' tarzı bir sözdü.Ne kadar doğru ve ne kadar anlamlı.Her türlü ilişki de aslında kendimizle ilişki kuruyormuş gibi oluyoruz.Mesela bir arkadaşınla sürekli tartışıyorsan aslında senin içinde çözemediğin ve ondan beklediğin bir şey vardır.Olaylarımız,hislerimiz ve anlam verdiğim şeyler hep içimizde.Eee karşı taraf bu derece derin düşünmeyince işler yürüyor mu? Maalesef hayır.Keşke herkes birkaç dakika karşısındakinin hissettikleriyle ve ona hissettirdikleriyle yüzleşse...Bir de normalde her şeye ağlayan biri değilimdir,hatta herkesin içinde ağlamaktan nefret ederim.Fakat bu sıralar soğan dense gözüm doluyor.Edebiyat dersinde hocamız Şehrazat'ın hikayesini anlatırken gözlerim istemsizce doldu.Her gece ölmemek için hikaye anlatması falan,içimde fırtınalar koptu o padişaha karşı.

Malum,fazla film izleyemedim ama bir tane Tezer Özlü kitabı okudum: ''Çocukluğun Soğuk Geceleri'' yazarın kendi hayatından kesit kesit bir şeyler anlattığı otobiyografik bir eser.Bu kadının dilini,ruhunu gerçekten sevdiğimi ve anladığımı fark ettim.Şuanda da ''Yeryüzüne Dayanabilmek İçin'' adlı kitabını okuyorum.Aynı zamanda ''Ye Dua Et Sev'' başucu kitabımı da okumaya devam ediyorum,işler daha güzel ve akıcı gitmeye başladı;daha çok sevdim.Anlayacağınız en huzurlu ve güvenli limanlar olan kitaplara sığındığım bir başka döneme daha girmiş bulunmaktayım.

''Hiç düşündünüz mü? Ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? Ölen bir okula gidebilir misiniz? Ölen bir evde uyuyabilir misiniz? O yıllar öldü.O yılları bize öldürecek biçimde yaşattılar.''

''Geceler çok erken gelir hastanelere ama bitmek bilmez.''

Dün bütün odaların duvarları boyandı.Nasıl zor işmiş anlatamam.Eşyaları çek,temizle,kurumasını bekle,yerine koy,temizle...bir gün içinde bitirmek istediğimizden 10 saat sürdü abartısız.Ben hasta bir şekilde yatarken diğer ev halkının pestili çıktı :_ Odamda da değişiklikler oldu.Kütüphane vardı ya artık yok.Zaten epey eskiydi.Bütün kitaplarım annemin kitaplığında.Orası şu an ağzına kadar okuma kitabı dolu.Benim bilgisayar masasını değiştirip üstüne büyük raflar çakmayı düşünüyoruz.Şu an odam gözüme pek hoş gözükmüyor ve bu epey üzücü.Çalışma masası kısmı sadeleşti,Mona lisa ve Virginia posterini oradaki duvara astım fakat pek orantılı değil.Diğer her şeyi kaldırdım.

Hem fiziksel hem mental olarak ağzımın tadının olmadığı günler geçiriyorum.Dışarda ağır yemekler yemekten,çok soğuk içecekler içmekten ve insanlara sizi üzecekleri kadar anlam yüklemekten kaçının.Anlaştık mı?

çav!




3 Temmuz 2018 Salı

Bozcaada,Twitter Sorunu,Senaryo Yazmak ve Birtakım Hisler


Yine kayıplara karışıp geri geldim,bu sefer eli dolu döndüm ama...anlatılacaklar birikti.



Öncelikle Twitter hesabıma giremiyorum ki bu fena halde canımı sıktı.13 Yaşından küçük hesapları kapatıyorlarmış.Ben de 2012'de hesap açıp doğum tarihimi 99dan 2000'e getirince hop hesabı kilitlediler.Kural değişikliği eski kullanıcılar için geçerli olmamalıydı.Zaten 13 Yaşından küçükken açmışım şu an 18 yaşımdayım...ee ne anlamı oldu şimdi? Saçmalığın daniskası,sinirler.

Twitter'sızken birçok olaydan habersiz kaldım.Düşüncelerimi aktaramadım,biriktim...Fakat bu bir yandan da iyi oldu.Twitter'da çoğunlukla gülüp eğlenebilsem de o kadar dehşet haberlerin arka perdesini de görmek günlerimi mahvediyordu.Kendim kapatamayacağımdan bir şekilde kader gelip el mi koydu acaba? Acımasızca yaptı bunu ama değmiştir umarım...Bakın ne kadar pozitif tepkiler veriyorum.Bu sıralar farklı bir mottoya geçmeye başladım.Ne olursa olsun ''bu da olacakmış'' hali.Üzülsem bile içimden bunu tekrarlıyorum.Alışkanlık mı aydınlanma mı ayırt edemiyorum.İyi bir gelişme gibi gözükse de geçici olduğunu hissediyorum.Dramatik ruhum bir yerden güzel bir açık verecek...om...

Geçen hafta oldukça sosyal geçti.Bizimkilerle Çarşamba günü ders çalışmak için buluştuk.Daha önce gittiğimiz bir kütüphane kapalı olunca kafeye gitmek zorunda kaldık.Hiç hoş olmadı çünkü arkadaşlarla ders çalışılabilecek tek yer kütüphanedir.Hatta o bile bazen zor olur :')


Ne zamandır ders çalışmalı fotoğraf paylaşmıyordum.1) Kamera sinir ediyor 2) Üşeniyorum

Cumartesi günü de Bozcaada'ya gittik ve gün boyunca orada takıldık.İkinci kez gidişimden olduğunu düşünüyorum: Önceki gibi büyülenmedim.Her şey güzel,normal geldi gözüme...Fakat bir şeyinden nefret ettim: Her şey aşırı pahalı...Tamam adasın tamam yaz sezonu siz de kazanın ama...insaf biraz ya :_

🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼


Şevval'in kadrajından.


S.A.M

🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼

Çok güzel iki tane şarkı ve bir tanesi sayesinde muazzam bir tablo keşfettim.Kulaklarınızın pasını yerle bir etmek için paylaşıyorum.Benim ruhuma huzur verdiler ve garip bir şekilde dinlerken güçlü hissettim.Klasik müziğe olan sevgim gittikçe büyüyor...



Vivaldi 

Portre: ''Genç Bir Kızın Portresi''- Antonio Rotari



Haggard

''Alman bir grup tarafından söylenen İtalyanca bir İsveç Halk Müziği''

Söylesem mi karar veremedim...senaryo yazmaya başladım.Celtx diye bir uygulamadan yazıyorum ama ücretliymiş.Yani birkaç güne Word dosyasına döneceğim,olsun.İki tane yazım tekniği var Fransız ve Amerikan.Bana Amerikan modeli daha basit ve güzel geldi.O şekilde yazıyorum.Şekilden çok içerik önemli tabii...şekil bir şekilde hallolur,önemli olan hikayenin kalitesi ve işlenişi diye düşünüyorum.Kimseyle paylaşmamıştım.Bir şeyi tamamlamadan paylaşmak ya da anlatmak istemiyorum artık.En azından içeriğinden bahsetmeyeceğim.Emin olup bir gün tamamlarsam ki şu an yazmakta olduğum hikaye içime sinmeye başladı,ilgili yerlere gönderirim ve kabul edilirse oynanır ve ve öğrenilmiş olunur. (güzel hayaller)

Senaryo yazmak bana göre hikaye yazmaktan daha kolay geldi.Her şey gözümde canlanırken kamera açısını takip ederek takır takır yazdım.Bu hikayeyi başka biri yazsa nasıl beğenirdim onu düşünerek ilerledim.Klişelerden sıyrılmak zor,bunun için daha fazla film izleyip bu konular hakkında araştırma yapmak lazım.Ben yaratıcılığıma güveneceğim...derin araştırmalar için zamanım olmayacak ne yazık ki.

Roman yazma denemesi yaparken de bana göre en zor iş  karakterlerin adını bulmaktır.Senaryoda da böyle oldu.Bir türlü ne desem bilemedim.X gibi şeyler ekleyip devam ettim.Öncelikle karakter adı bulunmalı mı bilmiyorum ama hikayenin akışına göre oluşan karaktere isim bulmak daha kolay geliyor,hoş beceremiyorum da...tek kusuru bu olsun diyeyim bari.

Türkiye'de son iki haftada yaşananları çok üzülerek izledim ve fark ettim ki hiçbir umudum kalmamış.Yalnız bunun sanki yaşamdan kopup kabuğa çekililmesi olarak algılanması saçma.Evet bunu isterdim fakat hayat devam ediyor ve her şeye rağmen hayatları,hayatlarımız uğruna mücadele veren insanlarımız var.Onlar için,kendimiz için devam etmek gerekiyor.Hırsla değil,azimle...Bu ülkede yaşamıyor olsam çok daha pozitif bir hayatım olacağına eminim diyebilirim.Dehşet verici olayları her yerde görebiliriz ama kaba,cahil,adaletsizliği kabul edebilen saldırgan insanları görmek katlanılmaz.Aslına bakarsak zaten bu ülkeden gitmek isteyenlere ''neyini beğenmiyorsun yav'' ya da ''defolun'' gibi sığ tepkiler verenlerin çoğunlukla bu ülkeyi yaşanılmaz hale getirenlerin ta kendisi olduğunu görebiliriz.Sorun ülke,kara parçası ya da coğrafi konumumuz değil...bu derece hoşgörüsüzlük ve cehaletle yaşamak.Umarım bir gün gençlerimizin tek derdinin hangi siyasi partinin onları yöneteceği değil akşama hangi partiye gidecekleri gibi ufak dertlerinin olduğu bir ülkemiz olur.Çocuklar kendilerine düşman kimselerin car car rahatça konuştuğu bir ülke yerine onları koruyan,ayrıştırmayan insanların olduğu bir ülkeye sahip olur.Güven ve huzur içinde büyüyebilir...bu konularda diyecek daha çok şeyim var ve hepsi birbirinden keskin...susma hakkımı kullanayım en iyisi.

Konunun üzerine yüreğime bir nebze su serpen kitap alıntımı paylaşıp yazıyı sonlandırayım:

''Karışıklık,felaket ve sahtekarlığın dünyasında bazen sadece güzelliğe güvenilebilir.Sadece sanatsal mükemmellik bozulmazdır.Hazzın değeri düşürülemez.Ve bazen gerçek olan tek değer bir yemektir.Öyleyse,kendini güzellik ve keyif aramaya adamak ciddi bir iş olabilir;ille de gerçeklerden kaçmanın bir yolu değil,ama bazen diğer her şey...retorik ve olay örgüsünün içine akarken gerçek olana tutunma yolu olarak.'' (ye dua et sev)


Huzurlu bir hafta diliyorum.

çav.