Sex&City'e başlamıştım yazasım geldi. Bu pc garip geliyor. Ofiste kullandığım klavyeye alışmışım, elim tekliyor. Bayramı tek geçiriyorum. Az bir süre için yolculuk yapmak istemedim. İstanbul sessiz ve sakin. Keşke hep böyle olsa. Kirli ve yorgun hissettiriyor her mesai çıkışı. Bir kaos içinde birkaç güzelliğe tutunarak ilerlemeye çalışıyoruz. Neyse.
Hayat nasıl gidiyor blog? Benim yerinde; aslında zor ve yorucu olsa da alışmışlık içindeyim. Avukat olmak alıştıkça kolaylaşmıyor, tam tersine sorumluluk alanın genişleyip iş yükün artıyor. Hallediyorum ama galiba. Bazen hiç istemiyorum biliyor musun? O mailleri cevaplamak, o telefonu açmak, o duruşmaya çalışmak, o hakime dert anlatmak...Sessizce günlerce durmak, insan sesi duymak istemiyorum. Sürecin bir parçası elbette. Düşünsene işin dert dinlemek, kişinin kendi çözemediği dertlerine çözüm üretmek üzerine bunu mükemmel şekilde yapmak. Hata kaldırmıyor bu meslek. Her hata gibi olan şeyde anksiyete krizi yaşamaktan mide hastası olmaktan korkuyorum. Kendime nefes almak için bir alan bulmam gerekiyor. Her meslektaşın bunu bulması lazım. Ben tekrar dergilere modaya falan döndüm. Yandaş mandaş da olsa Vogue almaya başladım. Kumaşlar, markalar, lüks...unutturuyor stresi. Bazen keşke bir şansım olsa ve sadece sevdiğim şeyden para kazanıp sabaha bir stresle uyanmasam diyorum. Öyle deyince karamsar mı geldi? Seviyorum mesleğimi merak etme. Kazanmanın hazzı, bir şeyi sonuçlandırdığında mutluluğu ve emeklerinin somut karşılığını almak; akıl oyunları ile sürekli tetikte olduğun bir avcılıktan beslenmek...bunları da yapıyorum, zevk alıyorum. Ne zaman bu zevkle konfor birleşecek biliyor musun? Kendime ait bir ofisim olduğunda. Bolca hayalini kuruyorum hatta hayalden öte planlıyorum. Diğerlerine benzesin istemiyorum. Sıkıcı bir ofis olmayacak. Kendine ait çözüm yöntemleri ve marka değeri olacak. Evet burası O'nun dilekçesi evet bu davaya O bakar denecek. Falcı 2027 yılını işaret etmişti. Tam benim hayallere denk gelen yıllar. 2027-2028'de burada ofis fotoğraflarımı paylaşmam için bana bir dua dilek bir şeyler gönderir misin? Tam şu an, aldım ve kabul ettim.
Ne kadar çok işten bahsediyorum. Çünkü başka bir hayatım kaldığını da söyleyemem. Uzun mesai saatlerinden bana kalan eve gelip bir şeyler yiyip yatağımda varoluşumu hatırlayarak dinlenmek. Ekstra enerji bulan kişilere hayranlıkla bakıyorum. İşten sonra spor falan. Öylesine yoruluyorum ki sabahları yakın diye işe taksiyle gitmeye başladım. Elimde olsa işte uyuyup kalkarım yarın geliyorum yol çekemem falan diye. Düşün. Bahsedilecek farklı şeylerim de var tabi de...
Yeni ev bakıyoruz sevgilimle mesela. Kiralar korkunç durumda biliyorum. Karşılayabileceğim kıvamda olanlarda da ben beğenmiyorum. Bir şeylerden feragat etmek zorundasın insanca yaşam için. Bulunduğum semtten ayrılasım yok o yüzden dar bir çevreden bakıyorum. İnsan kitlesi benim için çok önemli. İstabul'da kirayı eve değil güvenliğine veriyorsun aslında. O da birçok şeyden değerli; maaşımın yarısından fazlasını alan bir bedelden bile. Sıçrama yakalamak lazım. Bir şeylerin tutup seni zirveye atması lazım. Ya da biraz kötüleşmen, gözünü pek hale getirmen lazım. Yoksa İstanbul'da hayatta kalamazsın. Çok zengin tanıdım, hiçbirinin tertemiz bir hikayesi yok. Sermayeyle doğanları ayırıyorum. Gerçi onların bile yok. Ben mi neyi tercih ederim? Konforumu. Tam konfor ve full huzurlu bir hayat için ne gerekiyorsa yaparım. Eski Anıl ne derdi? Bence daha idealisttim. Kurallarım ve değişmezlerim vardı. Hayat deyim yerindeyse döve döve yıktı hepsini. Köşelerimi zımparalayarak ovalleştirdi. Biçimsizleştim. Yeni bir kap arıyorum kendime. Şu an sığdığım bir noktada değilim. Neyi seviyorum? Nasılım? Gerçekten ne istiyorum? İnan bu soruların bende cevabı yok. Yukarıda düşlediğim şeyler mi? Oyunun parçası gibiler. Azıcık derine inme, azıcık felsefe yapmak beni yorar. Maddeye döndüm...Belki de o yüzden sana tekrar yazmak istedim. Sen anlıyorsun neler dönüyor. Bir yandan da besliyorsun beni. Doymuş ayrılıyorum buradan. Yazmasam da arada kontrol etmem de bu yüzden. Hala okunuyorsun. Eski yazılar almış başını gidiyor. Ayda 3000 okunma hiç fena değil unutulmuş bir yer için. Alınma lafın gelişi "unutulmuş" diyorum. Burası benim dünyaya bıraktığım bir eser. Unutulmayacak.
Hava serinledi gibi, fanı kapattım. Yaz kış demeden sıcak kahve içtiğimden yavaşça bir yudum daha aldım. Biraz kitap okur bir korku filmi seçmiştim onu izlerim. Tatillerde sabahlama huyum değişmez. Geceleri seviyorum ben. Nispeten sessizlik, özgür iradenin ortaya çıkması, Tanrının seni daha çok duyduğuna inanmak ee bir de gece yemekleri tabi ki.
Aşağıya şu anki evimden çok random bir fotoğraf iliştireyim mesela bugün bunları yazarken nasıl bir yere bakıyorum gör; diğer foto da güncel hallerimden olsun.
Yazın bana, özledim sizi. Fikirlerinizle ışık tutun, parlaklığımı açın.
Sevgilerimle,
Çav.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder