Tamam sakinim.
Bu yazıyı iki gündür yazmayı deniyorum,şimdi de 3. kez yazıyorum.Az önce tekrar bütün sayfa saçma
sapan bir şekilde silindi.Tekrar olursa pes edeceğim.İçimdekileri döküp döküp
tekrar doldurmak zorunda kaldım.Aynı kıvamda olmayacak ama pes edesim yok,huh
tekrar yazıyorum,om.
Sonbahar geldi.Havalar hala ölümüne sıcak olsa da sonbahar
atmosferini hissetmeye başladım.Yapraklar yavaş yavaş dökülmeye,sararmaya
başladı.Şehir daha sakin.İnsanlar işlerine odaklanmaya çalışıyor.Sonbahar
melankolisini de birlikte getirdi bana,sağlam bu sefer.İtiraf etmem gerekirse
bazen melankoli derinden derine mutlu ediyor.Çünkü daha iyi yazabiliyorum ve
birçok şey hakkında farkındalığım artıyor.Günlüğe mutsuz hissederken döktüğüm
cümleler sonrasında okuduğumda beni iyileştiriyor.Kendimi anlamış,bir şeyleri
aşmış gibi hissediyorum.Bu sefer öyle de değil işte,dümdüzüm.
Ders çalışma temposunu yavaş yavaş arttırmaya ve buna
alışmaya başladım.Özellikle geçen hafta oldukça verimli geçti.Bir şeyleri
yapmak için değil de verim almak için yapınca her şey daha akıcı
oluyor.Sevmediğim mat-2'den üşenmeden sağlam bir konu tekrarı yaptım mesela
(Matematikte mantığımı daha fazla kullanabildiğim konuları seviyorum.Soru tipi
ezberlemeyi ya da formül ezberlemeyi değil.) Yapılamayan konulara odaklanmak bu
işin püf noktası.Aynı zamanda en zor noktası da sanırım.İnsan sevmediği şeyleri
yapınca istemsizce mayışıyor.Direnmenin tek yolu işe yaradığını hissedecek bir
şeyler.Mesela saat tutarak çalışmak benim işime yaradı.Forest uygulamasıyla
çalışınca ne kadar saat boyunca verimli kalabildiğimi fark ettim.Mutlaka
öneriyorum,özellikle hoşlanmadığınız dersleri çalışırken direkt görebileceğiniz
bir saatiniz olsun.Ne kadar odaklanabildiğinizi bilmek bir sonrakine arttırmak
için daha motive olmanızı sağlayacaktır.On dakikaysa on dakikadan
başlayın.Önemli olan o on dakikadan bir saate çıkabilmek.Bir saate geldikten
sonra da üç,dört diye devam etmek.Verim dediğimiz şey üstüne koyarak artıyormuş,çoğumuzun
denediği gibi çullanarak değil :')
Yeni bir gelişmem var.Telefon aldım.En son ne zaman studyblr
temalı fotoğraf paylaştım hatırlamıyorum.Artık paylaşabileceğim.Estetik
fotoğrafları görmenin ve çekmenin hastasıyım.Küçük mutluluklar hayatın köşe
taşları gibi.Tam mutlu olmak diye bir şey asla yok,o sadece bir şükür cümlesi
olabilir.Ben de artık mutlu olma hissi için kendimi daha çok
yıpratmayacağım,hayat böyleyse böyle.Şu an 4. Kez silinen yazıyı Word’de devam
ettirsem,sinirim altüst olsa bile böyle.Şansım da böyle,ee ben de böyleyim.(Yazı tipi ve düzen için kusuruma bakmayın.)
🍂🍂🍂
🍂🍂🍂
7/24 Müzik dinlemek istiyorum şu sıralar.Sesi daha güzel
olan insanların benim adıma bir şeyler hakkında isyan
etmesi,konuşması,duygularıma tercüman olması öyle güvende hissettiriyor ki…Sağlam
bir keşif yaptım.La Femme adında bir grup.Fransız.Bakın Fransızcaya sevgim
artık durdurulamıyor,şimdi de müziklerine sardım.Ülkeler dünyaya dillerini
yaymak için evrensel değerleri gayet güzel kullanabilirin somut bir
örneğiyim.İtalyanca filmden sonra İtalyanca,Fransızca filmden sonra Fransızca
öğrenmeye heves edebiliyorum.İkisi aklımda,olacak!
La Femme - Ou Va Le Monde
Ne zamandır film muhabbeti de yapmıyorum değil mi??? Bunu
fena halde özledim.Şimdi gevezelik yapayım biraz :)
Conte D’ete’den bahsetmemişim.Aslında izleyeli epey oldu ama
hakkında bir şeyler yazasım var.Bir Fransız filmi,evet! Yazlıkta eski aşkını bekleyen
bir çocuğun bu sırada yaşadığı flörtleri ve arkadaşlıkları anlatıyor.Eski bir
yapım oluşundan her sahne ayrı bir ilgi çekici.Fransanın sahil yaşamı çok güzel
ve huzurlu.Fakat başroldeki çocuk eminim sizin de sinirlerinizi bozacak.Aşkını
ilan edip söz vermediği kimse kalmadı film boyunca.Zaten büyük bir olay da
yok.Her sahne bir kız ve çocuğun yürüyüşünü,sohbetini konu alıyor.Son sahneye
kadar kapatmamak için zor durabilirsiniz ama bana kalırsa bekleyin.Sonu içten
içe gerici,merak uyandırıcı ve bana kalırsa etkileyiciydi.Monoton filmlerden
hoşlanırım diyorsanız direkt izleyin zaten…Türkçesi ‘’Yaz Filmi’’ ve farklı
konularda seri şeklinde devam ettiğini gördüm.Her mevsimin bir filmi.Kapıldığına
üzüldüğüm bir fikir.Sonbaharınkini de mutlaka izleyeceğim.
Filmden,bir denizci şarkısı.
Bayram tatilinde bir anime bitirdim! Evet sonunda bir
animeyi bitirebildim! 12 Bölümlük dramatik bir romantik komedi,adı: Soredemo
Sekai wa Utsukushii.On üç yaşında bir kral ve yaşça büyük kraliçenin yaşamını
konu ediyor.Farklı bir evrende başlarda yadırgayacağınız bir aşk hikayesi.Hatta
aşktan öte bir sevginin hikayesi.Gerçek yaşamda da bu yaşta tahta çıkan
kralların eşleri yaşıtları mı oluyordu? Ya da krallar yaşıt kadınlarla mı
evlendiriliyordu? Hayır.Bu gerçeklerin sanal bir anime aleminde olmasına rağmen
her şeyi vıcık vıcık aşka bağlayan yüzeysel insanların saçma yorumlarını
gördüm.Anime aslında aşk falan anlatmıyor bile.Kimsesiz kalmış bir çocuğun
evlenmek durumunda olduğu kadın sayesinde aile kavramını nasıl
keşfettiğine değiniliyor.
Animenin müzikleri de oldukça güzel.Kraliçenin yağmur
yağdırırken söylediği (inanmıyorum şu an gök gürledi awwww) şarkı çoook güzel.Mutlaka
dinleyin,şu sıcakları defetmek için birkaç defa dinleseniz de olur!
IT'S A TENDER RAIN!
Krallardan kraliçelerden bahsetmişken gelelim en son
izlediğim filme: Marie Antoniette.Fransız devriminden önceki son kraliçenin
yaşamını izliyoruz.Avrupalı bir kurgunun Amerikan bir yorumuyla.Bu karışıma bayılmasam da sevdim.
Marie Antoniette ‘’ekmek yoksa pasta yesinler’’ dendiği
söylentisiyle tanınan bir kraliçe.Araştırdığım ve filmde gördüğüm kadarıyla
aslında böyle bir söz söylememiş.Devrimciler bir çıkar noktası bulmak,halkı galyana
getirmek için bu sözü kraliçe adına uydurup manşetlere taşımış.Her iki ihtimali
de olabilir görüyorum ama demediğine inanıyorum şu an.On dört yaşında saraya
ülkesinin çıkarları için getirilen bir kadına suç atmak çok zor mu? Hele öyle
bir dönemde,bir kadına? Hayır hiç değil.Şimdi bile çamur at izi kalsın diye bir
olay var.Her dönem işe yaramış.
Stefan Zweig’in Marie Antoniette hakkında bir biyografisi
varmış,hiç bilmiyordum.Ekşi’den bulduğum şöyle bir kesitini paylaşayım:
"Marie Antoinette ne hanedanın çizmeye çalıştığı gibi
kutsal bir ilahi bir varlık,ne de ihtilalcilerin savunduğu gibi düşkün bir
kadın değildi. Marie Antoinette,sıradan bir insandı. Bugün yaşayan ve yarın
yaşayacak kadınlardan farklı değildi.Ne şeytani düşünceleri ne de kahramanlık
duyguları vardı. Sözün kısası bir trajedi kahramanına benzemiyordu
Doğuştan kahraman olmayan insanın çektiği acının derecesi
soylu bir kahramanın acısından daha az değildir. Hatta belki de daha ağırdır.Çünkü
sıradan bir insanın bunu tek başına çekmeye gücü yoktur.
Sıradan birisi;Marie Antoinette kaderin kurbanı olarak
kahraman olmanın en güzel örneğini verir."
Yarın tatile gideceğiz.Önce,tatile gidersem düzenin
bozulacağını düşündüğüm için istemedim ama sonra bu tatilin yılın son
dinlenmesi olacağını hatırlayınca canı gönülden gitmek istedim.Tatilde
dinlenmek,yüzmek ve ders çalışabilmek istiyorum.Sürekli aktivetinin olduğu
tatilleri tercih etsem de bu sefer dinlenmeye bakacağım.Zamana uymaya çalışmak
yerine zamanı kendime uyduracağım.Kasmamayı deneceğim,birçok şeyi düşünmemeye
çalışacağım.Kendime en azından bunun için bir şans tanıyacağım.
Dördüncü kez yazdığım bu yazı artık unutulmazlar arasında,oldukça değerli.Azmim için kendimi tebrik ediyorum! Bir aksilik çıkmadan yayınlansın artık.
Sonbaharın hepimize huzur getirmesi dileğiyle,
Çav.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder