Günlerin hiçbir anlamı kalmamış gibi.Saatler de keza öyle.Her gün birbirinin aynısı.Ekstra dışarıda yaşanan bir plan olmayınca insan her şeyiyle kendi içine dönüyor.Ailesine,hayatına,benliğine...sevmedim desem bu olayı yalan söylemiş olurum.Belki de herkesin böyle bir soluklanmaya ihtiyacı vardı.Yenilenmeye başladığıma artık eminim.Her açıdan hem de.Mutluyum bu yüzden blog.
Son okuduğum kitap ve terapistim bana mental açıdan çok iyi geldi.Farklı düşünmeye başladım ve bunu zorlayarak yapmıyorum.İçimden geliyor,o olaya öyle değil böyle bakacağım diyorum ve bakıyorum.Formül şu aslında: Bugüne kadar ne yapıyorsan tam tersini yap.Normalde şu olay yaşandığında ani bir tepki verir kızar mıydın? Kızma.O olaya sesini çıkarmaz kabul mü ederdin? Etme.Kendine karşı bir *çelınç gibi hayal edebilirsin.İyi hissettim bu yüzden.Daha önce yapmaya çekindiğim şeyleri denedim mesela şu iki haftada.Babamla araba sürmeye başladım.Beklediğimden çoook daha kolay bir şeymiş.Hatta fazlasıyla basit geldi desem abartmış olmam.Sadece acemi olduğum için dönüşler vs. gibi teknik olaylar zorluyor.Bir de şu debriyaj...midem bulanıyor her dur kalkta.Fakat kolay çözeceğe benziyorum,bu konuda kendime güvenim tam.Bir de yemek yaptım ilk kez blog! Aslında mutfakta anneme yardım ederdim ama hep basit şeyler.Sofrayı kurma,bulaşık dizme vs. Bu sefer bildiğin yemek yaptım! Anasınıfında patates baskı yapıp eve anneme göstermeye gelmiş gibi mutluydum.Barbunya ve meyhane pilavı yaptım.Çünkü en sevdiğim iki yemek :') Onlar da beklediğimden kolay çıktı.Sulu yemek yapmak hamur işlerinden daha keyifli.Böyle karıştırıyorsun bir şeyleri ve bir şey çıkıyor.Aslında mutfak çok matematiksel ve kimya bilgisi falan gerekiyor.Keyif aldım ki hiç sevmezdim mutfakta bir şeyler hazırlamayı falan.Eve çıkmadan önce aile evinde böyle böyle denemeler yaparak hazır olmak istiyorum.Onun dışındaki ev işlerini zaten herkes kadar beceriyorum.
Dehşet güzel iki film izledim fakat onlara gelmeden okuduğum kitaptan bahsedeyim.Ursula'nın ''Karanlığın Sol Eli''ni okuyorum.Bu kitabı da yaptıklarımın tersini yapma adına aldım.Aslında bilim kurgu okumam yani uzun zamandır okumadım desem daha doğru olur.Fakat bir tık özlediğimi hissettim.Sanırım biraz da bu dünyadan daha da bir uzaklaşmak istedim.Aynı zaman da Amerikan Edebiyatına karşı da ön yargılıydım.Dilleri bana biraz yavan geliyordu.Böyle akmıyor sanki anlatımları.Ursula bu iki tabumu da parçaladı.Kitapta miss gibi bir kurgu ve akış var.Sadece ben bilim kurguyla haşır neşir olmadığımdan fazlasıyla yabancı öge aklımı karıştırıyor.Kitabın konusu herkesin çift cinsiyetli olduğu Kış adlı bir gezegende geçiyor.İktidar,krallık,cinsiyet,aşk,sınıf gibi birçok tema bizden çok farklı bir evrende işlenmiş.Aslında bir tık ütopya gibi.Fakat Ursula bilim kurgunun yalnızca kurgu uğruna olduğunu,bir ders verme veya sorumluluk alma zorunluluğunun olmadığını söylüyor ön sözünde.Ayrı bir yazısını yazarsam bu sözlere daha fazla değinirim çünkü çok şey düşündürdü ve hoşuma gitti.
Filmlerden bahsederken bile heyecanlandım çünkü özlemişim böyle kurgularla tanışmayı.İlki Agnes Varga'nın Vagabond'u.Bu yönetmeni vefat ettikten sonra feminist sayfalar aracılığıyla tanıdım.Film otostop çekerek gezen bir kadının ölü bulunmasıyla başlıyor ve film boyunca bu kadının o ölüme gitmeden önce yaşadıklarını,onunla tanışanların ifadelerini dinliyoruz.Filmin Türkçe adı ''Yersiz Yurtsuz'' tam olarak da bu tabirdeki gibi Mona isimli genç kadın yarının planını kurmadan ilerlemeye devam ediyor.Neden bunu yaptığını vs. de bilmiyoruz.Mona sadece ilerliyor,geziyor,kamp yapıyor.Yeri geliyor onun gibi özgür olmak istiyorsunuz yeri geliyor onun kaybolmuş biri olduğunu düşünüp acıyorsunuz.Bu ikilemler arasında hem kendi hayatınızı sorguluyor hem de Mona hakkında ifade veren insanlardan toplumun kadına olan bakış açısına şahitlik ediyorsunuz.Bu gezgin bir erkek olsa neler değişirdiyi düşünüyorsunuz.Tabii Mona'nın nasıl öldüğünü de merak ediyorsunuz.Onun ölümünün nasıl olduğunu tahmin etmek de bir yandan içinde bulunduğumuz erkil toplumun bizim psikolojilerimizi nasıl etkilediğinin içsel bir örneğini gözler önüne seriyor.İzleniseli bir film.Monotonluğunun içinde akıp giden güzel bir kurgusu var.
Joan Baez - Baby I'm Gonna Leave You
Diğer filmimiz ise benim favori yönetmenlerimden Kieslowski'nin Öldürme Üzerine Kısa Bir Filmi.Bu filme de tesadüfen denk geldim ve yönetmenine-konusuna bakıp direkt başladım.Burada da yersiz yurtsuz diyebileceğimiz fakat Monadan daha katı ve serseri olan bir genç erkeğin yaşadıklarını izliyoruz.Şehirde avare avare gezerken çeşitli bilinçli kötülükler yaparak ilerliyor.Daha sonra üstüne bir taksiciyi deyim yerindeyse süründürek öldürüyor.Daha sonra genç bir avukat ki filmin konusu bu yüzden ilgimi çekti onun avukatlığını yapıyor.Burada kilit nokta şu ki öldürülen taksici oldukça leş bir insan.Kötü fikirli,kalpli ve film bize bunu tepeden tırnağa hissettiriyor.Bu ölüm hakkında nasıl düşünmeliyiz o halde? Hukuk sisteminin cezaları kişiyi terbiye ettirmek için midir yoksa sadece diğerlerini caydırmak için midir? Farklı bir kamera açısıyla izlediğimiz son derece sanat kokan bu filmin içinde böyle sorulara kendi içimizde cevaplar arıyoruz.Şu karantina günlerinde içimize dönmüşken tam da bu tarz filmlere ihtiyacımız olduğunu düşüyorum.Eklemeden geçemeyeceğim filmin müzikleri de her Kieslowski filminde olduğu gibi tüylerinizi diken diken edici derecede muazzam.Dünyadan böyle özel ruhların geçtiği bilerek yaşamak ilham veriyor bana.
Dekalog Part 12 Sountrack
İlham demişken bu sıra şiir konusunda da oldukça üretkenim.Şu iki haftada üç tane şiir yazdım.''Poemia'' adlı bir uygulamada *dorianil ismiyle yayımlıyorum.Yalnız bu uygulama beni pek kesmedi.Farklı yerlerde de yayınlama peşindeyim.Belki sadece şiirlerim için ayrı bir blog açabilirim ya da bildiğiniz daha etkin bir uygulama,site vs. var mı? Ben de araştıracağım.Güzel şeyler çıkardığıma inanıyorum.Gece gelen ilhamın yazdırdığı şeyler sabah da aynı şeyleri hissettiriyorsa o yazıdan emin olurum,şükür ki öyle oldu.
Bu yazıya şiir eklersem çok uzun olabilir bir de kel alaka olmasın şimdi.Belki ayrı yazılar halinde burada bile yayınlamaya başlarım,bir tanesini önceki yazılarda yayınlamıştım bakabilirsiniz.
Öyle işte...5 Nisan doğum günüme iki gün kaldı...Evde geçirmek zorunda kaldığım için kırgınım biraz.Fakat bu benim şanssızlığım değil o yüzden kişisel almıyorum.Dünyada onca felaket olurken buna canımı sıkamayacağım.Yine de 20. yaşım için hep heyecanlıydım.Daha coşkulu geçirmeyi isterdim o günü.Neyse bakalım.
Kendinize iyi bakın,sağlığınıza dikkat edin ve mümkünse evinizde kalın.Tumblrda güzel bir söz okudum iliştireyim: Eve tıkılmadın,evde güvendesin.Bakış açısı.
Sevgiler,
çav.
Doğum günün kutlu olsun Anıl'cık. Nice yaşların olsun! Sevgiler.
YanıtlaSilYaa çok teşekkür ederim Joe,kucaklar dolusu sevgi! <3
Sil